19 Mart 2014 Çarşamba

Uykusuzlar - Gülşah Elikbank


Gülşah Elikbank edebiyatımızda sıkça rastlamadığımız bir şeyi yaparak, kadın fantastik yazar rolüne soyunuyor. Bunu, henüz genç yaşına rağmen yazdığı altı kitaptan anlamak mümkün. Okumak istediğim ama sürekli ertelemek zorunda kaldığım Gülşah Elikbank'ı sonunda okuyabildim.

Uykusuzlar, yazarın son kitabı, daha çıkalı birkaç ay anca oldu. İstanbul Kitap Fuarı'nda İthaki standından kitabı almış ve hemen orada yazarına imzalatmıştım. Yıllardan beri süregelen rüyalara olan ilgimin sonucunda, artık merak ettiğim bu kitabı okumak istediğimi fark ettim.

Kitap baştan sona rüyalar üzerine kurulu. On bölümden oluşan kitabın her bölümünün başında Edgar Allan Poe, Ursula K. Le Guin, Sufi İdris Şah, Thoreau, Goethe gibi yazarlardan, Martin Heidegger, Nietzsche gibi ünlü düşünürlerden güzel alıntılar bulunuyor.

Kitapta Nina hariç tüm karakterleri yüzeysel olarak tanıyoruz. Baş karakterimiz Nina olduğundan, yazar da onun üzerinde daha fazla durmuş ve bu da haliyle bizim karakterlere yabancı kalmamıza ve olayların içerisinde kendimizi bulamayışımıza sebebiyet veriyor. Bu kitabın önemli bir eksiği.

Nina'nın bakış açısından anlatılan olaylar günlük bir hayat seyrinde akarken, bir anda her şey karman çorman oluyor. Rüyalarında sıklıkla rastladığı Ares adlı adamın gerçek hayatta karşısına çıkması sonucu, bir aşkın kıvılcımlanmasına şahit oluyoruz.

Nina için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Geçmişine dair annesi, babası ve sevgilisiyle ilgili son derece şaşırtıcı bilgilere ulaşacaktır ve bu da dünyaya bakış açısını bir hayli değiştirecektir.

Rüyalarında sıkça rastladığı Ares adlı bu adamın Uykusuzlar ırkına mensup bir koruyucu olduğunu, kendisinin de aslında rüyaları aynalamayı başaran bir Rüya Bekçisi olduğunu ve dünyada insanların yalnız olmadığını, Enerji Kalkanları, Kehanet Avcıları ve Uykusuzlar gibi ırkların bulunduğunu öğreniyor.

Bu gibi ırkların oluşu kitabın hoş yanlarından biri. Fakat kitapta birçok şey gölgede kalıyor ve onlardan biri de rüyalar ekseninde işlenen konu. Yani konu çok sağlam temeller üzerine kurulu değil. Karakterlerin de yapay oluşu, kitaptan aldığınız zevki bir hayli baltalıyor. Hatta Pina adlı karakteri ben ilk kadın sanıyordum, ta ki erkek olduğundan bahsedilene kadar.

Kitapta bahsi geçen Rüya Okulu son derece ilgi çekici bir yerdi. Ares'in Nina'yı bu okula götürmesiyle birlikte olaylar daha da karmaşık bir hal alıyordu. Burada Usta Kemlin ve Med gibi kişilerle tanışan Nina, rüya görmenin inceliklerini öğreniyor. Tabii onunla beraber biz de. Bilinçli rüya görmek, rüyada yer alan yazıyı okuyabilmek gibi esrarengiz bilgiler öğreniyoruz.

Nina bilinçli rüya görme teknikleri sayesinde, rüyaya dalıyor ve rüyada annesinin günlüğünü okumayı hedefliyor. Bir kehanet söz konusu ve tüm ırkların peşinde olduğu bu kahenat ancak Nina'nın rüyası sayesinde çözülecektir.

Satır aralarına serpiştirilmiş rüyalarla ilgili cümleleri okumaksa bir hayli keyifliydi. Hatta bunun yanı sıra, altı çizilesi cümlelerin bolluğundan da bahsetmem gerek. Kitabın en büyük artısıydı bu.

Her neyse. Biraz övgü biraz da eleştiri yaptım sanırım ve bir hayli karmaşık olduğunun da farkındayım. Ama bu kadarı yeterli. Kitabın sonu ise hiç beklenmedik bir şekilde noktalanıyor ve sevdim, güzeldi.

İyi bir kitap demiyorum, kötü bir kitap da demiyorum, ama yarım bir kitap olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliyorum. Biraz daha pişebilirmiş bu kitap, erken çıkarılmış hayal gücü fırınından.

Yine de, Gülşah Elikbank'ı tanımak ve Türkiye'de nadir bulunan fantastik yazarlığın kadın versiyonunu tatmak için okuyabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder