29 Mart 2014 Cumartesi

İsyan Öyküleri - Hamit Çağlar Özdağ


Ağustos, 2013'te yazılmıştır.

Hamit Çağlar Özdağ'ın son kitabı İsyan Öyküleri / İncir Ağacını Kuş Diker her biri insanın yüzüne tokat gibi çarpan 10 öyküden oluşuyor. Öykü kitaplarında genel olarak yorum yapmak çok zor. En azından ben böyle düşünüyorum. Ve yine öyküleri tek tek irdelemeye karar verdim. Korkmanıza gerek yok, detaya girmedim, yüzeysel değindim. Ama gene de ilk önce kitabı okumak isteyenler olacaktır, saygı duyarım.

Töre: Kitabın ilk öyküsü "Töre", ülkemizdeki töre belasına değiniyor. Yazar son derece naif bir dille, öyküyü sondan başa doğru yazmış adeta. Genç bir kızın tasviri selamlıyor bizi ilk satırlarda. Daha sonra ise şimdiki zaman eşliğinde kızın yakın geçmişi anlatılıyor. Sona yaklaştıkça gerçekler su yüzüne çıkıyor ve içimiz sızlıyor.

Kılıç: Ağabeylerini çirkin ve gereksiz bir savaşta kurban veren küçük bir çocuğun feryadı dağlıyor yüreklerimizi. "Hızır Dede, koş, kurtar beni..." diyor çocuk Yardım için geliyor hızır. Yalnız da gelmiyor üstelik. Anadolu'yu, Mezopotamya'yı, Kafkasya'yı da alıp geliyor. Ve daha nicelerini. Etkileyici bir dil ve anlatım hakim bu öyküye.

Alice Anadolu Diyarında: İsiminden de anlaşılacağı üzere, Harikalar Diyarı'nda gezinen küçük bir kız olarak tanıdığımız Alice'in Anadolu'ya gelişi üzerine kurulu bir öykü bu. Tiftiği Bol Mor Teke ile tanışan Alice, onun kılavuzu eşliğinde Anadolu'yu karış karış geziyor. Anadolu'nun olumlu ve olumsuz yönlerini görerek, Anadolu ve Anadolulu'nun farkını anlıyor. Ve tabii biz okurlar da.

Melekler Hata Yapmaz: Bu öyküdeki karakterler meleklerden oluşuyor: Mikail, Azrail, Münker Nekir, Kiramen Katibin ve Şeytan.. Ne mi anlatılıyor? Kısaca insanların akıllarını kullanmayan, habis varlıklar olduğunu. İşlerde bir terslik olduğunu sezen Cehennem Başmeleği Şeytan, yücelere bir dilekçe yazıyor. Tek bir isteği var aslında. Dilekçeyi okuyup gerçeklerin farkına vardığımızda ise sarsılıyoruz bir kez daha.

Hayalet: Yazarın da yakın arkadaşı olduğunu öğrendiğimiz Yaser'i anlatan bir öykü bu. Hani Yaser intihar etmeye karar vermeseydi eğer, bir şekilde kurtulabilseydi canilerin elinden ve yaşadıklarını anlatmaya karar verseydi, aşağı yukarı bu öyküde anlatılanları yazardı. Demek istediğim, çok gerçekçi olduğu, Özdağ'ın etkili bir dille yazdığı ve okuyanları hayretler içinde bıraktığı.

"İnsan bilinçli yediği halttan utanmaz elbet."

"Adalet yerini bulmadıkça, Yaser ve Yaser gibiler, inadına yaşayacak..."

On İki Can: "Evlatları Afgan yurdunda şehit düşen on iki ailenin kızıl acısı bu..." diyor yazar bu öykü için. On iki canın anlamsız ölümünü dillendiriyor. Bir isyan dalgası yükseliyor cümlelerden. Kandırılına insanlar, onları kandıran insanlar ve bir hiç uğruna yitip giden canlar anlatılıyor. Ölümün daha üstün bir mertebe olduğuna inandırılıyor binlerce gözü yaşlı anne, baba. "Şehit" ve "Vatan" diyerek kandırılıyor milyonlarca insan. Üç yapmacık kelime iyice harlıyor ateşi: Başınız sağ olsun." Peki boş bir dava uğruna ölen bu gencecik evlatların hesabını kim verecek? Bizler susmaya devam ettikçe hiç kimse. Hatta yenileri eklenecek emir kulu askerciklere...

"Çocuk aklı ermez bu işlere... Büyük olmak lazım gerçeği görmek için... Baştakilerin çizdiği dünyayı miniklerin algılamasını beklemek olmaz..."

"Ölümle değildi tabiatın derdi; ölümü haklı gösterenlereydi kini."

Portakal Kardeşliği: Bilimkurgusal yönü ağır basıyor bu öykünün. Ama okuru güldüren yanları da yok değil. Aslında ağlanacak halimize gülmemizi istemiş Özdağ, bu bariz bir şekilde belli oluyor. Güzel bir kurgu oluşturmuş ve önceki öykülere nazaran farklı bir açıdan, teknolojik yönden irdelemiş hayatımızı. Okurken aklıma çok kısa bir süre izlediğim Black Mirror dizisi geldi. Finalde okuru sorgulatmayı da başarmış. Kitaptaki en sevdiğim öykü bu oldu.

Kıyamet: Beş sayfalık kısa bir öykü "Kıyamet". Yazar, insanların yapmış olduğu türlü kötülüklere karşı kıyameti reva görüyor. Ve başlıyor kendi hayal gücüyle kıyameti anlatmaya. "Etti insan, buldu insan," diyor en sonda da.

"Şehirler yerle yeksan, hayatlar bitik, hayaller suskun."

İncir Ağacını Kuş Diker: Kitaba da ismini veren bu öykü aslında tam olarak öykü sayılmaz. Çünkü masalsı bir anlatım hakim. İncir ağaçlarını kuşların diktiğini iddia ediyor Özdağ ve gene hayal gücünü konuşturuyor. Hoş, bu iddiasını güçlendirecek tezlere de sahip aynı zamanda ve onları bizimle de paylaşıyor. Bir kütüphane üzerinden girdiği konuda olayları birbirine ustaca bağlayarak Sivas'ta yaşanan Madımak katliamına da selam gönderiyor. Etkileyiciydi. En sevdiğim 2.öykü oldu.

"Bu kadarla da kalmamış aydınlanma, ilahiyattan medet uman cübbeliler de almış bilginin araladığı kapıdan nasibini. Kutsal denen kitap müsveddelerinin ucu bucağı belirsiz safsatalarına mantığın sualleri kalkan olmuş."

Kusursuz Bir Gün: İlk dokuz öyküye göre oldukça farklı bir öykü bu. Kusursuz Bir Gün'de yazar içimize su serpiyor resmen. İçimizi burkan onca satırdan sonra kitabın son öyküsü mutlu hissettiriyor okuru, ki amaç da bu zaten: Hala bir yerlerde sevginin var olduğunu hissetmek, ona ulaşmanın hiç de zor olmadığını bilmek ve umutla bakmak dünyaya. "Mutluuuu oooolmak içiiiin şu anda, biiiir çok neden var aslındaaaa...!" diyor Hamit Çağlar Özdağ.

Son olarak şunu da ekleyeyim. Bazı öykülerin başında resimler mevcut ve bu resimler Bora Helvacıoğlu'na ait. Çok hoş resimlerle süslemiş kitabı, ellerine sağlık diyeyim en azından.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder