17 Temmuz 2013 Çarşamba

Yokyer - Neil Gaiman

 Gaiman imzalı çok sevdiğim bir kitapta sıra: Yokyer.

Neil Gaiman ne yazsa okurum diyenlerdenim. Ve Yokyer de gene çok sevdiğim bir eseridir. Bu kitap hakkında da bir inceleme kaleme almıştım. Onu aynen buraya geçirdim, bir değişiklik yok yani. Ama yok, ben Kayıp Rıhtım üzerinden okuyacağım diyenler varsa eğer buraya tıklayabilirler.

İyi okumalar.



"Anlar yaşanmak içindi; beklemek hem gelecek olan zamana hem de şu anda ihmal edilen anlara karşı bir günahtı." 
-Neil Gaiman.


Sürekli işleyen bir beyin ve o beyne hizmet eden bir hayal gücü düşünün. Ama sıradan bir insanın hayal gücünden çok daha verimli bir hayal gücü bu. Peş peşe sürekli telaffuz ettiğimizde anlamını yitiren kelimeler vardır, "hayal gücü"nü istediğimiz kadar tekrarlayalım, anlamını yitirmez veya anlamsız bir hal almaz. Hayal ve güç. İşte bu iki kelimenin birleşiminden ortaya çıkar hayal gücü. Bu iki kelime yan yana geldiğinde çok daha güçlü bir imaj yayabilmeleri kaçınılmaz olur. Akıl sahibi her canlıda mevcuttur bu unsur ama kullanmayı bilenler her zaman bir adım öndedirler.

Neil Gaiman. Diğer insanlardan bir adım önde olmasını sağlayan esrarengiz bir hayal gücüne sahip. Bunu kendisi de biliyor. Bunun içindir ki yazıyor. Yazmak ona huzur veriyor. Onu okumak da biz Gaiman severleri mutlu ediyor. Bu şekilde işleyen bir mekanizma pas tutmaz zira. Gaiman'ın hayal gücüne olan güvenimizin hiçbir zaman boşa çıkmayacağını biliyoruz. Onun asla kötü bir işe imza atmayacağını da biliyoruz. Onu okuyoruz ve seviyoruz.

Gaiman hep yazsın, biz hep okuyalım.

Sağ olsun o da bizi kırmıyor. Bizi hayal kırıklığına uğratmıyor. Sadık bir okuyucu kitlesine ulaşmış bir yazar olmak zordur, bu istikrarı korumak ise daha da zor. Ama Gaiman el attığı her işin altından zorlanmadan, ustalıkla kalkmasını biliyor. Sıradan insanlardan zaten her zaman bir adım önde olan Gaiman, bu şekilde birçok meslektaşından da bir adım önde kalmayı başarıyor.

İşte bu nedendir ki, hakkında yazılan tüm olumlu sözleri hak ediyor. Olumsuzları hak etmiyor, evet.

Kimi yazarlar bir adım ileri, iki adım geri politikasını izlerken, Gaiman hep ileri gidiyor. Asla geri adım atmıyor. Bayrağı hep daha ileriye koyuyor ve tek seferde, ıskalamadan onu yakalamayı başarıyor. Çünkü Gaiman işini seviyor. Sıkılmadan, dur durak bilmeden, sürekli işleyen beynini nadasa bırakmadan, hayal gücü çarkını döndürerek yazıyor, yazıyor, yazıyor...

Ve yine sıkılmadan, dur durak bilmeden, sürekli işleyen beynini nadasa bırakmadan, hayal gücü çarkını döndürerek ortaya çıkarmış olduğu bir eser; Yokyer.

Bir Gaiman başyapıtı.



Aydınlığın karanlığı, karanlığın aydınlığı kovalayıp durduğu, sıradan gün çarkının aynı şekilde durmaksızın döndüğü bu sıradan hayatınızın bir gün tepe taklak olduğunu düşünün. Bakkala ekmek almaya giderken son anda karar değiştirip markete gitmek ve dönüş yolunda yıllardır görmediğiniz bir arkadaşınıza rastlamak, eğer bakkala gitseydiniz onu göremezdim düşüncesine kapılmak gibi gayet sıradan şeyleri abartarak birilerine anlatmak ve monoton olan hayatınızın, bir anda, sırf o arkadaşınızı gördüğünüz için daha tatlı bir hale gelmesi gibi bir olaydan bahsetmiyorum. Çok daha sıra dışı, sıra dışı olmasına rağmen çok daha gerçek bir olaylar zincirinden bahsediyorum burada. Ve çok daha ciddi.

Richard Mayhew'un başına gelenlerdi tam olarak anlatmak istediğim. Daha doğrusu Richard Mayhew'un başına gelen olayların yaratıcısı Neil Gaiman'ın Yokyer'i.

"Bir şey sadece komik olduğu için, aynı zamanda tehlikesiz değildir." -Bay Croup.

Ve bir şehir düşünün. Bilindik bir şehir ama. Londra. Sonra bir şehir daha düşünün. Bilinmedik bir şehir ama. Londra'nın bir yansıması. Hem de yerin dibinde. Yukarı Londra ve Aşağı Londra. Yukarıtaraf'ın Aşağıtaraf'tan haberi yok, Aşağıtaraf'ın Yukarıtaraf'tan haberi var. Ne kadar egzotik. Ne kadar sıra dışı. Ne kadar hayal gücüyle bezeli!

Richard Mayhew da işte tam olarak, gelişen olaylar zincirinin ardından Yukarı Londra'dan Aşağı Londra'ya düşmüş bir masum köylü rolünde.

Bir gün uyandınız, olması gereken her normal gündeki gibi ve hayatınıza devam etmek için sorumluluklarınızı yerine getirmeniz gerekiyor. Ama sonra bir bakıyorsunuz içinde bulunduğunuz dünya size yabancı gelmeye başlamış. Sizi kimse görmüyor veyahut gören kişiler de tanımıyor. Evinizin artık size ait olmadığını anlıyorsunuz, neler olduğunu anlamaya çalışıyorsunuz ama nafile. Sonra aslında bir şeyi yanlış anladığınızı fark ediyorsunuz. Dünyanın size yabancı gelmeye başlamadığını, sizin bu dünyaya yabancı gelmeye başladığınızı, artık burada bir yerinizin olmadığını anlıyorsunuz. Kalbinize zehirli bir ok gibi saplanıyor bu acı gerçek. Hazmetmesi güç.

Bir anda hayatı tepetaklak olan Richard'ın başına gelenler sizi üzebilir.

Sevgilisini kaybetme pahasına, kaldırımda kanlar içinde yatmakta olan bir kıza yardım etmek ne kadar ilginç olayı beraberinde getirebilir ki? Ama şunu söyleyeyim; tahmin ettiğinizden çok daha fazla.

Her şey bu olaydan sonra gelişiyor zaten. İşler çığırından çıkıyor ve içinden çıkılamayacak bir hal almaya başlıyor. Kızın adı Door. İsminden de yola çıkarak zaten en başta bu kızda bir şeyler olduğunu anlayıveriyorsunuz. Ama neler olabileceğini tahmin edemiyorsunuz. Çünkü Gaiman'ın işi belli olmaz. Her an ters köşeye yatırabilir. Bu yüzden eğer tahmin yapıyorsanız bile, o tahminlerinize fazla güvenmeyin ve okumaya devam edin.

"Şiddet kabiliyetsiz olanların son sığınağıdır ve boş tehditler korkunç derecede beceriksiz olanların son mabedidir." -Marquis de Carabas.

Door, ailesini kaybetmiş bir kızdır. Daha doğrusu ailesi bir cinayete kurban gitmiştir. Kimsesizdir. Ve Richard'ın aksine bir Aşağı Londra sakinidir. Beklenmedik bir şekilde girer Richard'ın hayatına Door ve olması gerekenden çok daha çabuk bir şekil de çıkar(mı?).

Door'un peşinde olan oldukça ilginç kişilikli iki adam vardır. Bay Group ve Bay Vandemar. Tipik kötü karakter olma özelliklerini taşıyan bu ikilinin diyalogları yer yer güldürebiliyor lakin bu onların neşeli insanlar olduklarının bir kanıtı değil. İnanın karşı karşıya gelmek istemeyeceğiniz türden her ikisi de. Ama siz yine de bu ikiliye dikkat edin. Sağları solları belli olmuyor çünkü.

Aşağı Londra'ya düşen Richard, denize düşen yılana sarılır misali, Islington adında bir meleği aramaya çıkan Door ve onun koruyucuları -evet, Aşağı Londra'da Door sahipsiz değildir- Marquis de Carabas ve Avcı'nın peşine düşerek oldukça düşük bir ihtimal olan evine geri dönebilmesi umuduna sıkı sıkıya sarılır. Elinden geldiğince onlara yardım edecektir ve işler yolunda giderse eğer kendini tekrar olması gerektiği yerde, Yukarı Londra'da  bulacaktır. İşler yolunda giderse...

Kendini Aşağı Londra'nın kurallarına uymak zorunda hisseden Richard'ı ve Islington adlı meleği bulma umuduyla yola çıkan diğer grup üyelerini zor bir yolculuk beklemektedir.

Zaman ilerler ve zamanla doğru orantılı bir şekilde karşılarına çıkan engellere göğüs geren kafile de hedeflerine doğru ilerler. Marquis de Carabas bir süre sonra kendi planı doğrultusunda gruptan ayrılır. Çok sonra öğreneceğimiz üzere plan başarılı bir şekilde noktalanır.

Hikayenin birçok koldan anlatılıp ve finalde hepsinin birbirine bağlanması fikrini hep sevmişimdir. Yokyer'de de bu duruma rastlamak mümkün. Gaiman'ın ustalığıyla ilmek ilmek dokunan hikaye, birkaç farklı akarsuyun ayrı ayrı kollardan en sonda aynı okyanusa dökülmesi gibi eksiksiz bir şekilde bağlanıyor birbirine.

Kitapta sona doğru yaklaştıkça heyecan da arıtıyor haliyle. Nasıl sonlanacağıyla ilgili tezler üretiyoruz kafamızda. Sonra bir bakıyoruz enfes bir şekilde noktalanmış kitap.


Ayrılmaz ikili Evrim Öncül ve Niran Elçi'nin elinden çıkıyor Yokyer. Öncül çevirisini yaparken, Elçi editörlüğünü üstleniyor. Ardından İthaki Yayınları da kitabı basıyor.

Yokyer'in  1996 yapımı 6 bölümden oluşan bir de mini dizisinin olduğunu hatırlatmakta yarar var.

Biraz klişe bir tabir olacak ama, hiç Neil Gaiman okumamış biri bence çok şey kaybetmiş demektir. Henüz geç değil, keşfedebilirsiniz bu "Edebiyatın Rock Starı"nı.

Ha, ne demiştik?

Gaiman hep yazsın, biz hep okuyalım.