4 Haziran 2014 Çarşamba

Kan Muskaları 1. Kitap: Anstorra - Hamit Çağlar Özdağ



Hamit Çağlar Özdağ'ın Kan Muskaları Destanı'nı uzun zamandır okumayı düşünüyordum, nihayet  ilk kitap olan Anstorra'yı okudum ve ikinci kitaba başlamadan önce de hakkında bir şeyler söylemek istedim.

Hamit Çağlar Özdağ'ın daha önce İsyan Öyküleri kitabı okumuştum ve dilinin şiirselliğinden haberdardım. Anstorra gibi fantastik bir kitapta dahi bu özelliğini kullanmış olması sevindirici. Kitabın genelinde olmasa da, zaman zaman karşımıza çıkıyor şiirsel betimlemeler. Peki ne anlatılıyor bu kitapta? Hemen kısaca bahsedeyim.

"Kim demiş Anadolu'da ejderhalar yok diye, hatta elf de var, cüce de..." diye bir cümle var kitabın ön kapağında. Bu cümleyi okuduktan sonra az çok bir şeyler tahmin edebilirsiniz hakkında. Peki olaylar nerede geçiyor?

Anstorra şehrinde geçiyor anlatılanlar ve sekiz arkadaşın maceralarına tanık oluyoruz. Ya da destanına mı demeli miyim? Anstorra çift güneşli bir diyarda, onlarca ırkı bünyesinde barındıran çok kalabalık ve korkunç bir şehir. Korkunç olmasının sebebi, hiç kimsenin güvenilir olmaması. Şehir her gün -özellikle geceleri- kanla sulanıyor. Hayatta kalmak için öldürmek tek çözüm. Sokaklarda tek kalmak da ölüm anlamına geliyor bu şehirde. Anlayacağınız çok da tekin bir şehir değil. Ölüm etrafta kol geziyor ve bu atmosferi o kadar güzel anlatıyor ki Özdağ, bir süre sonra karakterler için endişelenmeye başlıyorsunuz.

Ve kim bu karakterler, amaçları ne?

Sekiz kişilik bir ekip karşılıyor bizi Anstorra sokaklarında. Şimdi tek tek onlardan bahsedeceğim biraz.

Urdeed: Ekibin lideri, içlerindeki en iyi savaşçı. Dövmeleriyle ünlü bu genç. Vücudundaki dövmeler hareketli ve bu özelliği ona eşsiz bir görünüm bahşediyor. Ayrıca zaman zaman taş falı bakarak geleceği görebiliyor.

Dardok: Kendisi bir cüce ve ırkının hemen tüm özelliklerini barındırıyor. Sarı saçlı bir cüce Dardok ve ekibin de en aklı başında üyelerinden biri. Olayları mantıklı bir şekilde ele alması, diğer grup üyelerinin birçok olayda ona danışmasını sağlıyor.

Mylitsi: İri cüsseli çirkin mi çirkin bir yarım elf. Kadın olmasına rağmen, grupta Urdeed'den sonraki en iyi ikinci savaşçı. Fakat uyuşturucu bağımlılığı zaman zaman kendisini zor durumlara sokabiliyor.

Mikelian: Bir elf. Fakat yazarın elfleri, bildiğimiz elf ırkından biraz farklı. Bu evrendeki elfler kısa boylu ve Mikelian da onlardan biri. Hızlı, çevik ve kurnaz bir karakter. Kılıçta fazla iyi olmasa da, bıçak fırlatmada oldukça iyi. Bu özelliği uzaktaki rakiplerini avlamasına olanak sağlıyor.

Alekva: Sarışın, mavi gözlü, ince belli, fiziken kusursuz, gören her erkeğin ağzını açık bırakacak, anında kendisine aşık edecek denli güzel bir kadın. Ve bu özelliklere tezat oluşturan iki özelliği daha bulunmakta: çok iyi bir kılıç ustası ve epey de ağzı bozuk. Özellikle Mikelian'la olan atışmaları okuru gülümsetecek cinsten. Yine de yazarın Alekva hakkındaki paragraflarca betimlerinin yanında söylediklerim hiç kalır. Kısaca sarışın bir afet.

Tırpıs: Siyamis ırkından olan Tırpıs, bir kediadamgildir. Uzun bir kuyruğa sahiptir ve grup içerisindeki sağlam savaşçılardan bir diğeridir.

Fislip: Grubun en küçük üyesi olan Fislip henüz kılıç sanatlarında ustalaşabilmiş değil. Hayatına devam ediyor olmasının sebebi, yanındaki güçlü ve savaşçı ruhlu dostları. Fislip'i koruyan can yoldaşları, onu Anstorra'nın kanlı mahallelerinde asla yalnız bırakmıyorlar.

Cborrak: Gruptaki tek büyücü ve aynı zamanda tek öğünde tüm grup üyelerinden daha fazla yiyebilme kapasitesine sahip oldukça şişman bir genç. Elinde çantasi ile gezer ve olağan olmayan bir durumda elini çantasına daldırarak edevatlarını karıştırır ve büyülü sözler okur. Bunun haricinde de yine zamanının büyük bir çoğunluğunu çeşitli büyüler üzerinde çalışıp efsunlar örerek geçirir.

Bu sekiz yakın dosta ek olarak bir karakterden daha bahsetmek gerek: Quinne. Hikayede önemli bir yeri var çünkü. Urdeed'in çocukluk aşkıdır Quinne ve Devşirme Ocağı zamanlarından itibaren birbirlerini sevmektedirler. Kader onları ayrı yollara sürüklese de, tekrar bir araya getirecektir.

Karakter tasvirlerinin iyi oluşu, onlara daha çabuk alışmamızı sağlıyor hiç kuşkusuz. Henüz kitabı yarılamamıştım ki tüm karakterlerin zihnimde yer ettiğini fark ettim. Betimlemelerin de çok güçlü oluşu, seriyi "okunması gereken fantastik kitaplar" kategorisine kesinlikle sokuyor. Hatta betimlemeler bana zaman zaman Robert Jordan'ı hatırlattı.

Bu kanlı şehrin sokaklarında hayatta kalma savaşı veren grup üyelerinin, bir gün, başka bir grup tarafından tecavüze uğramak üzere olan kızı kurtarmalarının ardından hayatları değişir. Sokaklarda hayatını idame ettiren bu kişiler, zamanla Anstorra'da "Kanlı Ozanlar" olarak anılacakları bir yola girerler.

Bu yol bir hayli meşakkatlidir. Birden fazla zorlukla baş etmek zorunda kalan ekip, birçok kez güvendikleri kişilerin ihanetlerine uğrarlar. Tüm bu olumsuzlukların üstesinden bileklerinin gücüyle gelirler. Sokaklarda yaşayan ve sadece ufak bir bölgede tanınan bu eşsiz avaşçılardan oluşan ekip, bir süre sonra Liman şehri Anstorra'da herkes tarafından bilinen, korkulan "Kanlı Ozanlar" olacaklardır. Bu yolculuğu çok keyifli bir dille aktarmış okurlarına Özdağ.

İlk kitapta eleştireceğim yerlerden birisi kesinlikle kurgunun zaman zaman kendini tekrar ediyor olması. Örneğin grup üyelerinin o han senin bu han benim diye dolaşıyor olması, çok fazla aynı şey okumamızı sağlıyor. Her handa oturup sohbet etmeleri, içmeleri, yemek yemeleri derken okur bir anlamda bunalabiliyor. Bunda kitabın kalın olmasının da etkisi var tabii ki. Bir de iki güneşli diyarda her iki güneşin de peş peşe doğuşunun sürekli belirtilmiş olması. İşte bu iki durum bana birkaç kez tekrar hissi yaşattı. Ama karakterlerin ilgi çekici olması, konunun heyecanlı ilerleyişi ve çok güzel çatışma tasvirlerinin oluşu bu gibi durumları arka plana atmaya yetti.

Bunlar haricinde kitap hakkında başka herhangi bir eleştirim bulunmamakta. Fantastik edebiyat okuru olup da bu kitabı sevmemek, çok düşük bir ihitimal olacaktır. Elf ve cücelerin olması, yazarın Türk olması ve kapakların iğrençliği gibi özellikler sakın sizi soğutmasın. Yayınevi resmen satmasın diye yapmış olmalı bu kapakları. O kadar iğrenç ki, kitabı okumayı bıraktığımda arka yüzü üste gelecek şekilde masaya bırakıyorum. O ürkütücü simaları görmek istemiyorum zira.

Evet efendim, aşağı yukarı söylenecekler bu kadar. Darius Lancelot'un da Hamit Çağlar Özdağ'dan başkası olmadığını bir kez daha hatırlatmakla beraber, okumanızı öneririm.

2 yorum:

  1. Merak etmemle birlikte inatla merak etme safhasında kaldığım, bir türlü okuma aşamasına geçmediği bir kitap daha. Ama incelemen kafamdaki birkaç soru işaretini giderdi, okumaya bir adım daha yaklaştırdı. Teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Rica ederim, ne demek.

      Kesinlikle okumalısın İhsan ağbi, seveceğini umuyorum. :)

      Sil