22 Ekim 2013 Salı
Gece Oturumları - Ken Macleod
Gece Oturumları hakkında söyleyebileceğim ilk şey 2008 Britanya En İyi Bilim Kurgu Romanı Ödülü'nü kesinlikle hak etmiş olduğu. Aslında vurgulamak istediğim ödülün adı değil, bir ödül almış olduğu gerçeği. Yazar Ken Macleod'un ise ESFS ödüllü olduğunu belirtmekte yarar var.
Bilimkurgunun olduğu kadar polisiyenin de mevcut olduğu bir siyasi gerilim romanı Gece Oturumları.
Bilimkurgu denince birçok kişinin aklına insanlar tarafından yapılmış mekanik robotlar ve gezegenler arasında yolculuk yapan devasa uzay araçları gelir. 2.şık bu kitapta yer almıyor ama eğer robotların bolca yer aldığı bir kitap arıyorsanız bu sürükleyici kitap tam size göre!
Nükleer silahların bolca kullanıldığı bir gelecekte İman Savaşları beklenmedik bir sonuca yol açarak dinin tüm dünyada gücünü kaybetmesine neden olmuştur. Kitabın hakim olduğu dünya dinden, terörden ve daha birçok kötülükten arındırılmış; insanların, robotların ve insansı robotların bir arada yaşadığı türden.
Bir piskoposun öldürülmesi kitaptaki olayların başlangıç noktası. Buraya kadar salt bilimkurgu okurken, buradan sonra işin içine polisiye de giriyor ve birbirinden çok uzak bu iki türün ustaca harmanlanışına tanık oluyoruz.
Cinayeti araştırmakla görevli Komiser Adam Ferguson çok geçmeden bunun bir terörist eylem olduğu sonucuna varır. Kimler planlamıştır bu cinayeti? Ve amaçları nelerdir? Kısa bir süre sonra Adam Ferguson bu sorulara da yanıt bulacaktır.
Kitabın farklı bir sürece girmesiyse bu noktadan sonra başlıyor ve okurda merak unsuru artış gösteriyor. Sayfalar ilerledikçe karakter yelpazesinin de genişlediği kitap, deyim yerindeyse okurunu geriyor ve tatmin edici bir finalle de son buluyor.
Ben sevdim Gece Oturumları'nı. Güzel bir bilimkurgu macerasıydı. İşin içine din olgusu da girince gerçekten ilginç bir kitap çıkmış ortaya. Kitap hakkında daha detaylı bilgi vermek istemedim, yüzeysel değindim.
Az da olsa bilimkurguya ilgisi olanların okurken sıkılmayacağına garanti veririm.
Alıntılar:
"Robotlar insan yüz ifadelerini ve duygularını okumada insanlardan daha becerikliydiler."
"Dünyanın gerçekliğine inanıyorsan hiçbir şey delilik değildir." -Jessica.
"Ne kadar az korkarsan sonunda o kadar çok merhamet görürsün, değil mi?" -Brian Walker.
"Espri kavramsal bir yeniden düzenlemenin anlık sonucudur." -Kelle2
"Başkasının acısını hissedemezdiniz. Buydu işte. Duygudaşlık, evet, mümkündü; beyninizdeki ayna-nöronlarınız anlayışla ışıldayabilirdi ama işin özünde kimse başkasının acısını hissedemezdi."
Yarım - Emre Kalcı
Okuduğum 5.Emre Kalcı kitabının adı Yarım. Bu kitapta birçok şey yarım. Yarım bir elma, yarım bir kalp, yarım bir aşk ve kitabın sonunda yer alan 3 adet yarım kalmış mektup. Vuruyor Emre Kalcı cümleleriyle bizi bir kez daha. Aşkı tatmış bir insandan böyle şeyler okumak çok zor olmasa gerek, aşkı tatmış bir insanın böyle şeyleri okuması da çok zor olsa gerek. Kelimelere daha fazla anlam yüklenir çünkü. Güzeldi, güzel.
Alıntılar:
"Boş bir kitabı da sever insan, çünkü en çok boş bir
kitabın içine güzel şeyler yazabilme ihtimalin vardır... O ihtimalle, en
olmayacak hevese, olmuş gibi asılırsın..."
"Gitmek herkesin hakkı da, giden herkes haklı mı?"
"Deneyecektik olabilme ihtimalini; ölebilme ihtimaline
ihtimal vermeyecektik bir ateş yakmaya çalışırken..."
"Hayat kimi kalan yapıyorsa diğerini de yalan yapıyor,
inan bana..."
"Ama sonunda, bütün güzel rüyalardan uyanır
insan..."
"Çalınmış bir kalp, alınmışsa çaldığını fırlatıp atan
hırsızına, suç sayılır mı ki bu iki cihanda? O gece sayıldı."
"Aşk, tuzağına düşmemen gereken değil, uzağına düşmemen
gerekendir."
El - Emre Kalcı
El için gene klasik bir Emre Kalcı kitabı demek mümkün. Kelime oyunlarıyla zenginleştirdiği yazılarını okumak büyük bir keyif. Bu işi en iyi yapanlardan biri sanırım Kalcı. Veya bu türde okuduğum kitap sayısı bir hayli az olduğundan ben böyle düşünüyorum, tam olarak bilmiyorum. Eğer öyleyse bile ben çok beğendiğimi itiraf etmeliyim.
Alıntılar:
"Mutluluk toplasan anca bir kaç sayfa, acıyla ciltli
aşk kitaplarında."
"Aşıklarla aptalları aynı görenler var aramızda. 'Aşk
bir hayal,' deyip, sevenleri hayalci bulanlar... 'Kimsenin gözlerinde o kadar
büyük deniz olamaz, yalan,' diyenler... Zarif bir dokunuşa ayağı hiç takılmamış
olanlar."
"Çünkü mutlu olmayı öğrenememiş ya da mutlu edilmemiş
her çocuk büyüyünce bir kaleme aşık olur mutlaka..."
"İnsan çok sevdiği biriyle yan yana gelemediğinde,
dünyada henüz yan yana gelememiş kelimelerin peşine düşer, onları
birleştirir... Bu, birçok şairin en görkemli özgeçmişidir..."
"Bir tren bir şehre geç gelince, bir dokunuş bir tene
hep geç kalır."
"Özleyerek, kaybettiğini geri getiremez insan; sadece
kendisini acının uzağına götürecek gücü kaybeder."
"Birini sevmek, seçilmiş en büyük yalnızlıkmış
meğer..."
"Sevdiğim bir rüyanın peşinden gidebilmek için
bilinmeye esaretim var evet;
ama korkma,
denizler kurumadan bütün gemileri yakacak cesaretim de var
benim..."
"Tenimde parmak izlerini bulamıyorlar. Özgürsün
artık!"
"Bir hevesle alınıp yarıda bırakılmış kitap gibiyim...
İçime çoktan yazılmış cümlelerin kaderini merak ediyorum..."
"Aşk herkesi farklı yaparken, ayrılık herkesi aynı
kılıyor."
"Hep bir yenilen vardır ama her zaman bir kazanan
yoktur unutma..."
"Şarkılar, filmler, kitaplar, kokular, mekanlar...
Hepsi aşkta adalete yardım ederler. Kendilerini hatırlatıp, unutmaya çalışanı
kendi silahıyla vururlar..."
"O kadar üzülmüşüm ki, bir şiir çıkıp gelmiş
aklıma..."
"Demek ki her hikaye, bitmeden önce kendini gerçekten
tamamlıyor."
"Bir kalp kaç kere kırılıp iyileşir, bir bakış kaç kere
hatırlanıp unutulur, bir yalan kaç kez söylenir ve en çok kaç kez
affolur?"
"Ne yaşadığımı, nasıl yaşadığın ele veriyor
sonunda..."
"Hepsi bu kadar işte...
Hayat da, aşk da, edebiyat da..."
6 Ekim 2013 Pazar
Hell on Wheels - Genel Yorum
Dizi dünyasında HBO kanalının bir ağırlığı olduğunu herkes bilir. Büyük toplar, yani kült olmuş dizilerin büyük çoğunluğu hep bu kanaldan çıkmıştır çünkü. AMC kanalı ise hiç kuşkusuz son birkaç yıldır dizileriyle Emmy'e ambargo koymuş bir kanaldır. (Mad Men ve Breaking Bad)
Bu yüzden ABD'de AMC'nin çıkaracağı diziler büyük bir merakla beklenir ve çıktığında da ilgiyle takip edilir. Mad Men, Breaking Bad, The Walking Dead, Low Winter Sun ve Hell on Wheels en güzel örneklerdir.
ABD'de de hal böyleyken ülkemizde bu durum tam tersidir. AMC kanalı ülkemizde bir tek The Walking Dead ile varlık gösterebilmiştir, ha Breaking Bad'i de unutmamak gerek. Kendisi son Emmy Ödülü'nün sahibi olmakla birlikte benim de şu an için en sevdiğim dizi konumundadır. 3 Emmy Ödüllü Mad Men bile azınlık bir kitle tarafından takip edilmektedir Hell on Wheels içinse durum çok daha vahimdir. Hali hazırda devam eden tek Western dizisi konumunda bulunan Hell on Wheels gerektiği kadar ilgi görmüyor, evet.
Biraz da diziden bahsedeyim. Veya ülkemizde henüz keşfedilmemiş bir başyapıttan mı demeliyim? Varın ona siz karar verin.
Bu yapımı daha ilk bölümünde keşfetmiş biri olarak şahsen kendimi şanslı addediyorum. İki çeşit dizi izleme yöntemi vardır: Birincisi dizinin tüm bölümleri yayınlanmıştır ve o bölümleri peş peşe izleyerek kendine ziyafet verirsin, ikincisi de bir diziyi haftalık takip edersin. İkisinin de kendine has zevkleri vardır. Hell on Wheels'i haftalık takip etmek benim için büyük bir keyif.
Cullen Bohhanon: Başrolde oynayan ve Anson Mount'un canlandırdığı Cullen Bohannon ile başlamak istiyorum. Adam kelimenin tam anlamıyla yürüyen karizma. Rolünü adeta bir kostüm gibi giyinmiş durumda. Onu izlemek büyük bir zevk. Mississippili Güneyli bir askeri oynuyor dizide. Daha doğrusu ilk sezonda öyleydi. Güney Birlikleri adına iç savaşa katılıyor ve savaş bitiminde evine döndüğünde ise karısının kendisini asmış olduğunu, oğlunun da Kuzeyli askerler tarafından katledildiğini öğreniyor. Bohannon intikam yemini ediyor ve ailesinin yok olmasında başrol oynayan kişilerin izini sürmeye başlıyor. Bu yolculuk onu kıtayı bir uçtan diğerine bağlamayı amaçlayan demiryolu inşaatına götürür. Bir seyyar şehir olan Hell on Wheels'e böylelikle giriş yapmış olur Bohannon. Burada yaşayacakları ise onu intikam ateşinden uzaklaştırır ve tek amacının demiryolunu bitirmek olduğuna karar verir. Usta başı olarak başladığı serüvenine 3.sezonda tüm işçilerden sorumlu şirketin baş adamı olarak devam eder. Yani Thomas Durant'i alt ediyor da diyebiliriz.
Thomas Durant: Union Pacific Railroad Şirketi'nin demir yolu yapımında görevlendirdiği, demiryolunu kullanarak şirketin paralarını zimmetine geçirmekten utanmayan 19.yüzyılın ABD'sinde kapitalist bir adam. Arkasındaki güce güvenerek kanun adamı gibi gözüküp zaten çok az miktarda maaş alan işçilerle adeta oyuncak gibi oynaması, her türlü pisliği yapması, Bohannon'un Hell on Wheels'e adım atmasıyla sonlanır. Bohannon'u alt etmek zordur çünkü. Dizi buradan sonra Thomas Durant ve Cullen Bohannon çekişmesine sahne olur. 2.sezonun sonunda hak ettiği gibi hapsi boylayan Durant, 3.sezonda küllerinden yeniden doğar.
Elam Ferguson: Demir yolunda çalışan siyahi bir işçi, eski bir köle. Eğitim alarak yetişen nadir kölelerden biridir. İlk zamanlarda Bohannon'la pek anlaşamasa da zaman geçtikçe en güvenilir kişinin Bohannon olduğuna karar vermiştir. Bir bakıma Bohannon'la kader ortağıdır. Vahşi Batı'da birbirlerinin arkasını kollamak zorundadırlar artık. Ayrıca Bohannon sayesinde konumunda da bir yükselme olmuştur. Dizideki siyahilerin önderidir. Hell on Wheels'deki genelevde çalışan Eva adlı kadına aşıktır aynı zamanda.
Eva: Hell on Wheels'deki genelevde çalışan bir fahişe olan Eva'nın da hayatı Elam'la tanıştıktan sonra değişikliğe uğrar. İlk başlarda asi kimliğiyle tanıdığımız Eva zamanla değişir ve genelevdeki hayatına da son verir. Mr. Toole adlı adamın da kendisini sevmesi sonucunda çıkılmaz bir aşk üçgenine girilir.
Lily Bell: Vahşi Batı'nın masum sarışın hanımı.* Thomas Durant'in arazi koşullarını inceledikten sonra uygun bir yol haritası çıkarması için görevlendirdiği mühendisi Robert Bell ve adamları kızılderililer tarafından katledilir. Robert ölmeden kısa bir süre önce haritaları Lilly'e Bell'e ulaştırarak onun Hell on Wheels'e gitmesini ve haritaları Durant'e vererek olan biteni anlatmasını ister. İşte Lily'nin bu gezgin kasabayla tanışma serüveni de kısaca böyledir. Lily Bell güzelliğiyle Bohannon'u etkilemeyi başarır ve bir aşk üçgeni de Bohannon-Lily-Durant arasında yaşanır. 2.sezon finalinde ölerek de bizleri derinden üzer.
Ruth: Hell on Wheels'de hristiyanlığı yaymaya çalışan masum, şirin bir kız, rahibe. Kimsenin etlisine sütlüsüne karışmaz, işini yapar. Duygusaldır. Lily Bell'in de artık dizide olmayışından dolayı Bohannon'la yakınlaşmasını beklediğim karakter.
Peder Cole: Eskiden bir kızılderili olan bu adam hristiyanlığı kabul ederek üzerine bir takım elbise geçirir ve pederliğe soyunur. Kızılderi atalarıyla zaman zaman karşıya gelen Cole, sürekli ikilem yaşamaktadır. Ruth'a aşıktır.
İsveçli: Çakma İsveçli de diyebiliriz. Aslında Norveçli kendisi. Ama bir İsveçlidir gidiyor, herkes öyle hitap ediyor dizide. Kimseye eyvallahı olmayan, sinsi ve güvenilmez bir karaktere sahip. Bohannon'un en çok çektiği isim konumundadır. Aksanı çok hoş olmakla birlikte oyunculuğu da tartışılmaz.
Mickey McGinnes: İrlandalı. Batıya gelme sebebi servet kazanmak. Ticari zekaya sahip önemli bir karakter. Kimseyle zıt düşmemeye çalışarak işini yapar. Hell on Wheels'deki meyhane ve genelevin de sahibir aynı zamanda.
Sean McGinnes: Mickey'nin kardeşi. Onun da amacı aynı. Fakat abisiyle kıyaslandığında zayıf bir karakter ve korkak. Ticari zekaya sahip değil ve her zaman başı belada. Mickey'nin her zaman kendisini kurtarmasını bekler.
Genel Yorum: Kaliteli ve izlenebilir bir dizi arıyorsanız Hell on Wheels çok uygun bir tercih olacaktır. Tekerlekler üzerindeki cehennemle* tanışın ve güç için savaşan karakterlerin entrikalarına tanıklık edin!
Dizinin 3.sezonu yarın sonlanıyor. 4.sezon onayı gelir mi şimdilik bilinmez ama gelmesini o kadar çok istiyorum ki. Hem daha anlatılacak çok şey var, umarım devam eder. Büyük bir heyecanla 4.sezon onayını bekliyorum.
Son olarak dizinin sountrackleri bugüne dek izlediğim bütün dizileri sollar. Müziklerde açık ara önde Hell on Whells. Sırf o sahneler için bile oturur diziyi baştan izlerim.
Western sevenlere önerimdir. Western sevmeyenler de bir şans verebilirler tabii.
Bu yüzden ABD'de AMC'nin çıkaracağı diziler büyük bir merakla beklenir ve çıktığında da ilgiyle takip edilir. Mad Men, Breaking Bad, The Walking Dead, Low Winter Sun ve Hell on Wheels en güzel örneklerdir.
ABD'de de hal böyleyken ülkemizde bu durum tam tersidir. AMC kanalı ülkemizde bir tek The Walking Dead ile varlık gösterebilmiştir, ha Breaking Bad'i de unutmamak gerek. Kendisi son Emmy Ödülü'nün sahibi olmakla birlikte benim de şu an için en sevdiğim dizi konumundadır. 3 Emmy Ödüllü Mad Men bile azınlık bir kitle tarafından takip edilmektedir Hell on Wheels içinse durum çok daha vahimdir. Hali hazırda devam eden tek Western dizisi konumunda bulunan Hell on Wheels gerektiği kadar ilgi görmüyor, evet.
Biraz da diziden bahsedeyim. Veya ülkemizde henüz keşfedilmemiş bir başyapıttan mı demeliyim? Varın ona siz karar verin.
Bu yapımı daha ilk bölümünde keşfetmiş biri olarak şahsen kendimi şanslı addediyorum. İki çeşit dizi izleme yöntemi vardır: Birincisi dizinin tüm bölümleri yayınlanmıştır ve o bölümleri peş peşe izleyerek kendine ziyafet verirsin, ikincisi de bir diziyi haftalık takip edersin. İkisinin de kendine has zevkleri vardır. Hell on Wheels'i haftalık takip etmek benim için büyük bir keyif.
Cullen Bohhanon: Başrolde oynayan ve Anson Mount'un canlandırdığı Cullen Bohannon ile başlamak istiyorum. Adam kelimenin tam anlamıyla yürüyen karizma. Rolünü adeta bir kostüm gibi giyinmiş durumda. Onu izlemek büyük bir zevk. Mississippili Güneyli bir askeri oynuyor dizide. Daha doğrusu ilk sezonda öyleydi. Güney Birlikleri adına iç savaşa katılıyor ve savaş bitiminde evine döndüğünde ise karısının kendisini asmış olduğunu, oğlunun da Kuzeyli askerler tarafından katledildiğini öğreniyor. Bohannon intikam yemini ediyor ve ailesinin yok olmasında başrol oynayan kişilerin izini sürmeye başlıyor. Bu yolculuk onu kıtayı bir uçtan diğerine bağlamayı amaçlayan demiryolu inşaatına götürür. Bir seyyar şehir olan Hell on Wheels'e böylelikle giriş yapmış olur Bohannon. Burada yaşayacakları ise onu intikam ateşinden uzaklaştırır ve tek amacının demiryolunu bitirmek olduğuna karar verir. Usta başı olarak başladığı serüvenine 3.sezonda tüm işçilerden sorumlu şirketin baş adamı olarak devam eder. Yani Thomas Durant'i alt ediyor da diyebiliriz.
Thomas Durant: Union Pacific Railroad Şirketi'nin demir yolu yapımında görevlendirdiği, demiryolunu kullanarak şirketin paralarını zimmetine geçirmekten utanmayan 19.yüzyılın ABD'sinde kapitalist bir adam. Arkasındaki güce güvenerek kanun adamı gibi gözüküp zaten çok az miktarda maaş alan işçilerle adeta oyuncak gibi oynaması, her türlü pisliği yapması, Bohannon'un Hell on Wheels'e adım atmasıyla sonlanır. Bohannon'u alt etmek zordur çünkü. Dizi buradan sonra Thomas Durant ve Cullen Bohannon çekişmesine sahne olur. 2.sezonun sonunda hak ettiği gibi hapsi boylayan Durant, 3.sezonda küllerinden yeniden doğar.
Elam Ferguson: Demir yolunda çalışan siyahi bir işçi, eski bir köle. Eğitim alarak yetişen nadir kölelerden biridir. İlk zamanlarda Bohannon'la pek anlaşamasa da zaman geçtikçe en güvenilir kişinin Bohannon olduğuna karar vermiştir. Bir bakıma Bohannon'la kader ortağıdır. Vahşi Batı'da birbirlerinin arkasını kollamak zorundadırlar artık. Ayrıca Bohannon sayesinde konumunda da bir yükselme olmuştur. Dizideki siyahilerin önderidir. Hell on Wheels'deki genelevde çalışan Eva adlı kadına aşıktır aynı zamanda.
Eva: Hell on Wheels'deki genelevde çalışan bir fahişe olan Eva'nın da hayatı Elam'la tanıştıktan sonra değişikliğe uğrar. İlk başlarda asi kimliğiyle tanıdığımız Eva zamanla değişir ve genelevdeki hayatına da son verir. Mr. Toole adlı adamın da kendisini sevmesi sonucunda çıkılmaz bir aşk üçgenine girilir.
Lily Bell: Vahşi Batı'nın masum sarışın hanımı.* Thomas Durant'in arazi koşullarını inceledikten sonra uygun bir yol haritası çıkarması için görevlendirdiği mühendisi Robert Bell ve adamları kızılderililer tarafından katledilir. Robert ölmeden kısa bir süre önce haritaları Lilly'e Bell'e ulaştırarak onun Hell on Wheels'e gitmesini ve haritaları Durant'e vererek olan biteni anlatmasını ister. İşte Lily'nin bu gezgin kasabayla tanışma serüveni de kısaca böyledir. Lily Bell güzelliğiyle Bohannon'u etkilemeyi başarır ve bir aşk üçgeni de Bohannon-Lily-Durant arasında yaşanır. 2.sezon finalinde ölerek de bizleri derinden üzer.
Ruth: Hell on Wheels'de hristiyanlığı yaymaya çalışan masum, şirin bir kız, rahibe. Kimsenin etlisine sütlüsüne karışmaz, işini yapar. Duygusaldır. Lily Bell'in de artık dizide olmayışından dolayı Bohannon'la yakınlaşmasını beklediğim karakter.
Peder Cole: Eskiden bir kızılderili olan bu adam hristiyanlığı kabul ederek üzerine bir takım elbise geçirir ve pederliğe soyunur. Kızılderi atalarıyla zaman zaman karşıya gelen Cole, sürekli ikilem yaşamaktadır. Ruth'a aşıktır.
İsveçli: Çakma İsveçli de diyebiliriz. Aslında Norveçli kendisi. Ama bir İsveçlidir gidiyor, herkes öyle hitap ediyor dizide. Kimseye eyvallahı olmayan, sinsi ve güvenilmez bir karaktere sahip. Bohannon'un en çok çektiği isim konumundadır. Aksanı çok hoş olmakla birlikte oyunculuğu da tartışılmaz.
Mickey McGinnes: İrlandalı. Batıya gelme sebebi servet kazanmak. Ticari zekaya sahip önemli bir karakter. Kimseyle zıt düşmemeye çalışarak işini yapar. Hell on Wheels'deki meyhane ve genelevin de sahibir aynı zamanda.
Sean McGinnes: Mickey'nin kardeşi. Onun da amacı aynı. Fakat abisiyle kıyaslandığında zayıf bir karakter ve korkak. Ticari zekaya sahip değil ve her zaman başı belada. Mickey'nin her zaman kendisini kurtarmasını bekler.
Genel Yorum: Kaliteli ve izlenebilir bir dizi arıyorsanız Hell on Wheels çok uygun bir tercih olacaktır. Tekerlekler üzerindeki cehennemle* tanışın ve güç için savaşan karakterlerin entrikalarına tanıklık edin!
Dizinin 3.sezonu yarın sonlanıyor. 4.sezon onayı gelir mi şimdilik bilinmez ama gelmesini o kadar çok istiyorum ki. Hem daha anlatılacak çok şey var, umarım devam eder. Büyük bir heyecanla 4.sezon onayını bekliyorum.
Son olarak dizinin sountrackleri bugüne dek izlediğim bütün dizileri sollar. Müziklerde açık ara önde Hell on Whells. Sırf o sahneler için bile oturur diziyi baştan izlerim.
Western sevenlere önerimdir. Western sevmeyenler de bir şans verebilirler tabii.
Her Mektubu Görülmüştür - Emre Kalcı
Yazarın kesinlikle diğer kitaplarını da okuyacağım demiştim ve öyle de yaptım. Her Mektubu Görülmüştür ile Emre Kalcı okumaya devam ettim.
Okuduğum ilk 2 kitabı (Alçı ve Sessiz Düet, Silahsız Düello) gibi tıpkı. Emre Kalcı'nın kelimelerle aşkı bu kitapta da devam ediyor. Ana konumuz gene aşk. Kitabın son 5 sayfasında ise yazar yazma tutkusunu anlatıyor bize.
Alıntılar:
"Görmek inanmak değildir, inanmak görmektir
derler..."
"Seni unutmak için, senin değil artık kalbinin
ihanetini bekleyen bir yalnızım işte..."
"Hasta ve hassas, ikisi de değiliz... Sadece, zekayla
soykırıma uğrayan hissedenleriz."
"Yeryüzünde bir kalbe yaklaşmanın, gökyüzünde bir
yıldıza ulaşmaktan daha sahici olduğunu düşündüm hep, elimdekine hep bu yüzden
sıkı sıkı tutundum..."
"Ama birine alışmak, zamanla onu sevmekten daha güçlü
bir hisse dönüşüyor."
"Birini bekleyebilmek, verilmiş sözlerin sağlaması olamaz mı?"
"İnsanlar gibi, cümlelerin de bir kaderi
vardır..."
"Bir mektup öldüğünde, içinde yazanlar da ölür
mü?"
"Bir başkasını yarım bırakan bir kalp, hala bir bütün
olmaktan umutlu mu?"
"Şiir en büyük adaletti yeryüzünde, bugün bile hiç
değişmemiş bir gerçektir kalbimde..."
2 Ekim 2013 Çarşamba
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört - George Orwell
"...Gelecekle nasıl iletişim kurulabilirdi ki? Doğası gereği olanaksızdı. Gelecek ya şimdiye benzeyecekti, ki o zaman ondan haberi bile olmayacaktı ya da şimdiden farklı olacaktı, ki o zaman da içinde bulunduğu durumun hiçbir anlamı kalmayacaktı." -George Orwell.
Eminim ki az sonra söyleyeceğim şeylerin hepsi kitabın
yayınlanış tarihinden itibaren binlerce, on binlerce, yüz binlerce kez farklı
kişiler tarafından söylenmiştir. Farklı bir şeyler söyleyeceğimi düşünenler
varsa yanıldıklarını bilsinler ve yazının geri kalanını okuyup okumama
konusunda bir kez daha düşünsünler.
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört George Orwell'ın başyapıtı, aynı
zamanda da en iyi distopik romanlardan biri olarak geçmekte. Bir çoğuna göre en
iyisi olsa da benim için her zaman Zamyatin'in Biz'inin gerisinde kalacak.
Biz'i daha önce okumuş olmamın bu kararda başrol oynadığı da aşikar. İlk önce
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört'ü okumuş olsaydım belki daha çok severdim, kim bilir?
Bu yüzden kitapta okuduklarım bir Zamyatin taklidi gibi geldi bana. Hayır,
kimse yanlış anlamasın, Orwell büyük bir ustadır ve onu asla küçümseyemem; ama
unutulmamalıdır ki Zamyatin de Orwell'ın ustasıdır.
Kesinlikle Bin Dokuz Yüz Seksen Dört'ü eleştirmeyeceğim,
aksine öveceğim:
SAVAŞ BARIŞTIR.
ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR. CAHİLLİK GÜÇTÜR.
Yukarıdaki üç çelişkili cümle üzerine kurulu tüm kitap.
Biraz daha detaylıca değinmek gerekirse eğer:
Orwell Hayvan Çiftliği'nde yaptığı şeyin bir benzerini ama
daha detaylısını Bin Dokuz Yüz Sekse Dört'te
yapmış. Kurgulamış olduğu karanlık gelecekte bu sefer simgeler
kullanmadan oluşturmuş karakterlerini. Bu sefer hayvanlar değil, insanlar
başrolde.
Geleceğin portresini Winston'ın anlattıkları sayesinde
kafamızda oluşturuyoruz. "Duygularını
gizlemek, aklından geçenlerin yüzüne yansımasını önlemek, herkes ne yapıyorsa
onu yapmak, içgüdüsel bir tepkiydi." diyor Orwell. İnsanların
robotikleştiğine vurgu yapıyor. Sistemin insanları nasıl ele geçirdiğini,
köleleştirdiğini anlatıyor. "Kafatasınızın
içindeki birkaç santimetreküp dışında, hiçbir şey sizin değildi." diyerek
de olaya kendi bakış açısından son noktayı koyuyor. Ele geçirilmiş zihinler ve
onları kontrol eden canavarlar.
"Bağlılık,
düşünmemek demektir, düşünmeye gerek duymamak demektir. Bağlılık
bilinçsizliktir." Burada da gene sistemin kölesi olan insanların
düşünemediğinden, körü körüne bağlanmanın insanı bilinçsizleştirdiğinden dem
vuruyor. "Bilinçleninceye kadar asla
başkaldıramayacaklar, ama başkaldırmadıkça da bilinçlenemezler." Siteme
başkaldırmayan insanlar asla bilinçlenemezler, evet. Çünkü onlar korkaktır.
"Dünya, tüm
yararlı uğraşlarda ya yerinde saymakta ya da geriye gitmektedir." Bu
da Orwell ustamızın ta o zamanlarda gördüğü acı bir gerçek. Evet, teknolojik
anlamda dünya her geçen gün gelişiyor belki ama insanlık bakımından geriye gittiğimiz
aşikar.
"İnsanlar
özgürlük ile mutluluk arasında seçim yapmak zorundaydı ve büyük çoğunluk
mutluluğu seçiyordu." Kitabı özetleyen cümlelerden birisi bu bence.
İnsanlar mutlu olduklarında hayatın güzel olduğunu düşünürler. Oysaki
yaşananlara bencil bir bakış açısıyla bakarlar. Kendi menfaatleri için yaşar
birçok insan. Şahsen başkasının acınacak haldeki durumuna bakıp haline şükreden
insanlar için üzülüyorum. Tiksiniyorum onlardan. Mutluluk başka bir şeydir,
özgürlükse daha başka.
"Onlardan nefret ederek
ölmek, özgürlük buna denirdi işte." Beni en çok etkileyen repliklerden
birisi oldu bu. Özgürlüğün tanımı daha güzel yapılamazdı. Çok iyi.
Son olarak:
KAHROLSUN BÜYÜK BİRADER!
Alıntılar:
"Ne ki, yaşamak zorunda bırakıldıkları yapayalnızlıkta
bu kadarı bile unutulmaz bir olaydı."
"İnsan, ardında tek bir iz bile, bir kağıt parçasına
karalanmış tek bir adsız sözcük bile bırakamadıktan sonra, geleceğe nasıl
seslenebilirdi?"
"Düşüncesuçu, ölümü gerektirmez: Düşüncesuçunun KENDİSİ
ölümdür."
"Geçmişi denetim altında tutan, geleceği de denetim
altında tutar; şimdiyi denetim altında tutan geçmişi de denetim altında
tutar."
"Bilinçleninceye kadar asla başkaldıramayacaklar, ama
başkaldırmadıkça da bilinçlenemezler."
"Özgürlük, iki kere iki dört eder diyebilmektir. Buna
izin verilirse, arkası gelir."
"Aklı olan hem kuralları çiğner hem de hayatta
kalırdı."
"Savaş savaştır, kan dökülür, üstelik verdikleri
haberlerin hepsinin yalan olduğunu biliyoruz." -Julia.
"Sen yalnızca belden aşağısıyla ilgilenen bir
asisin," demişti Winston
"En iyi kitaplar insana zaten bildiklerini söyleyen
kitaplardır." -Winston
"Dünyanın ele geçirilmesi gerektiğine en çok bunun
olanaksız olduğunu bilenler inanırlar."
"Akıllılık çoğunluğa bakılarak ölçülmez."
"Biz iktidarın sahipleriyiz," dedi. "Tanrı,
iktidardır."
"Gerçek güç, uğruna gece gündüz savaşmamız gereken güç,
nesnelere değil, insanlara hükmeden güçtür."
"Geleceğin resmini görmek istiyorsan, bir insan yüzüne
basmış bir postal getir gözlerinin önüne, sonsuza dek."
"Bazı şeyler olmuştu, bazı şeyler olmamıştı."
"İnsan insana nasıl hükmeder, Winston?" Winston, biraz düşünüp, "Acı çektirerek," dedi.
Etiketler:
Bilimkurgu,
Distopya,
George Orwell,
Roman
1 Ekim 2013 Salı
Sessiz Düet, Silahsız Düello - Emre Kalcı
"Emre Kalcı sizi şiirleriyle düete, yazılarıyla düelloya davet ediyor..." yazıyor arka kapakta. 2 kısımdan oluşuyor kitap: şiir ve düz yazı. Emre Kalcı önce şiirleriyle içimizde bir yara açıyor, ardından yazılarıyla da yaramıza tuz basıyor. Şiirlerden en sevdiklerimi şöyle sıralayabilirim: Kaldığı Yerden, Bu Son Şansa Bir Şanson, Özet, Kırıkla Kuşanan Zarif Bir Bahis ve Yalanların Altını Çizdim Hep.
Gerçekten aşk üzerine en sağlam yazıları bu kitapta okudum
ben. Kitabın 5 sayfadan oluşan son yazısı "Sevgililer Dünü" ise beni
en çok etkileyen kısım oldu. Kalemi çok güçlü bir yazarmış hakikaten. Geç
keşfettim Emre Kalcı'yı, bu okuduğum 2.kitabı. Ve kesinlikle diğer kitaplarını
da okuyacağım.
Alıntılar:
"Kim, "Tanrı yok!" diyebilir ki aşk varsa!
Kim, "Aşk yok!" diyebilir ki en az bir kez
doğmuşsa!
Kim, "Ben bir kez doğdum!" diyebilir ki aşık
olmuşsa!"
"Sevmekten başka mucizesi, kendini yaralamaktan başka
kötülüğü olmayan aşıkların ayrılıkları acı değil, özlemdir."
"Bir kelebek sayılı günlerinde uçmayı öğrenemiyorsa pes
etmeli..."
"Onların silahları aşktır ve kendi silahlarıyla birini
öldüreceklerse bu onlara cenneti vaat ettiklerinden olacaktır."
"Artık hayatınızda olmayan eski bir dost, yaşarken
gömdüğünüz bir parça geçmişinizdir."
"Hayalet, hayal ettiğin sürece ete kemiğe bürünmez, sen
onu unutmadıkça hatıralar daha derine gömülmez..."
"Gerçeğe hayalle ihanet eden suçlu bir şairin son
sözüne dokunmaktır aşk... Anladım, senin şiirin eksik..."
"Gerçeğe masalla ihanet eden güçlü bir çocuğun rüyasına
inanmaktır aşk... Anladım, senin düşlerin eksik..."
"Sevmek bazen hep vermektir, karşılık alamamaktır çoğu
zaman, hiç vazgeçememektir asıl..."
"Kelebeklerin ömrü kısa olur diyen kitapların,
sayfalarını yırtmıştım."
"Aşk hep hatırlamaktır, dönüp gelmektir bazı zaman, hiç
gidememektir asıl."
"İstiyorum ki hatırlamak, unutmaktan daha uzun
sürsün."
"Özlemek en büyük adalet, en büyük intikamdır."
"Gidenler için gitmenin en iyisi bile, kalanlar için
kalmanın en kötüsüdür."
"'Seni seviyorum' demek için geç kalmayan, sihri sadece
kendi yüreğine geçen küçük bir büyücüyüm ben!"
"Ben güzel bir hayalim, sen duru bir düş; beni yok say
ve kendi hayatından düş..."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)