Gaiman imzalı çok sevdiğim bir kitapta sıra: Yokyer.
Neil Gaiman ne yazsa okurum diyenlerdenim. Ve Yokyer de gene çok sevdiğim bir eseridir. Bu kitap hakkında da bir inceleme kaleme almıştım. Onu aynen buraya geçirdim, bir değişiklik yok yani. Ama yok, ben Kayıp Rıhtım üzerinden okuyacağım diyenler varsa eğer buraya tıklayabilirler.
İyi okumalar.
"Anlar yaşanmak içindi; beklemek hem gelecek olan
zamana hem de şu anda ihmal edilen anlara karşı bir günahtı."
-Neil
Gaiman.
Sürekli işleyen bir beyin ve o beyne hizmet eden bir hayal
gücü düşünün. Ama sıradan bir insanın hayal gücünden çok daha verimli bir hayal
gücü bu. Peş peşe sürekli telaffuz ettiğimizde anlamını yitiren kelimeler
vardır, "hayal gücü"nü istediğimiz kadar tekrarlayalım, anlamını
yitirmez veya anlamsız bir hal almaz. Hayal ve güç. İşte bu iki kelimenin
birleşiminden ortaya çıkar hayal gücü. Bu iki kelime yan yana geldiğinde çok
daha güçlü bir imaj yayabilmeleri kaçınılmaz olur. Akıl sahibi her canlıda
mevcuttur bu unsur ama kullanmayı bilenler her zaman bir adım öndedirler.
Neil Gaiman. Diğer insanlardan bir adım önde olmasını
sağlayan esrarengiz bir hayal gücüne sahip. Bunu kendisi de biliyor. Bunun
içindir ki yazıyor. Yazmak ona huzur veriyor. Onu okumak da biz Gaiman severleri
mutlu ediyor. Bu şekilde işleyen bir mekanizma pas tutmaz zira. Gaiman'ın hayal
gücüne olan güvenimizin hiçbir zaman boşa çıkmayacağını biliyoruz. Onun asla
kötü bir işe imza atmayacağını da biliyoruz. Onu okuyoruz ve seviyoruz.
Gaiman hep yazsın, biz hep okuyalım.
Sağ olsun o da bizi kırmıyor. Bizi hayal kırıklığına
uğratmıyor. Sadık bir okuyucu kitlesine ulaşmış bir yazar olmak zordur, bu
istikrarı korumak ise daha da zor. Ama Gaiman el attığı her işin altından
zorlanmadan, ustalıkla kalkmasını biliyor. Sıradan insanlardan zaten her zaman
bir adım önde olan Gaiman, bu şekilde birçok meslektaşından da bir adım önde
kalmayı başarıyor.
İşte bu nedendir ki, hakkında yazılan tüm olumlu sözleri hak
ediyor. Olumsuzları hak etmiyor, evet.
Kimi yazarlar bir adım ileri, iki adım geri politikasını
izlerken, Gaiman hep ileri gidiyor. Asla geri adım atmıyor. Bayrağı hep daha
ileriye koyuyor ve tek seferde, ıskalamadan onu yakalamayı başarıyor. Çünkü
Gaiman işini seviyor. Sıkılmadan, dur durak bilmeden, sürekli işleyen beynini
nadasa bırakmadan, hayal gücü çarkını döndürerek yazıyor, yazıyor, yazıyor...
Ve yine sıkılmadan, dur durak bilmeden, sürekli işleyen
beynini nadasa bırakmadan, hayal gücü çarkını döndürerek ortaya çıkarmış olduğu
bir eser; Yokyer.
Bir Gaiman başyapıtı.
Aydınlığın karanlığı, karanlığın aydınlığı kovalayıp durduğu,
sıradan gün çarkının aynı şekilde durmaksızın döndüğü bu sıradan hayatınızın
bir gün tepe taklak olduğunu düşünün. Bakkala ekmek almaya giderken son anda
karar değiştirip markete gitmek ve dönüş yolunda yıllardır görmediğiniz bir
arkadaşınıza rastlamak, eğer bakkala gitseydiniz onu göremezdim düşüncesine
kapılmak gibi gayet sıradan şeyleri abartarak birilerine anlatmak ve monoton
olan hayatınızın, bir anda, sırf o arkadaşınızı gördüğünüz için daha tatlı bir
hale gelmesi gibi bir olaydan bahsetmiyorum. Çok daha sıra dışı, sıra dışı
olmasına rağmen çok daha gerçek bir olaylar zincirinden bahsediyorum burada. Ve
çok daha ciddi.
Richard Mayhew'un başına gelenlerdi tam olarak anlatmak
istediğim. Daha doğrusu Richard Mayhew'un başına gelen olayların yaratıcısı
Neil Gaiman'ın Yokyer'i.
"Bir şey sadece komik olduğu için, aynı zamanda
tehlikesiz değildir." -Bay Croup.
Ve bir şehir düşünün. Bilindik bir şehir ama. Londra. Sonra
bir şehir daha düşünün. Bilinmedik bir şehir ama. Londra'nın bir yansıması. Hem
de yerin dibinde. Yukarı Londra ve Aşağı Londra. Yukarıtaraf'ın Aşağıtaraf'tan
haberi yok, Aşağıtaraf'ın Yukarıtaraf'tan haberi var. Ne kadar egzotik. Ne
kadar sıra dışı. Ne kadar hayal gücüyle bezeli!
Richard Mayhew da işte tam olarak, gelişen olaylar
zincirinin ardından Yukarı Londra'dan Aşağı Londra'ya düşmüş bir masum köylü
rolünde.
Bir gün uyandınız, olması gereken her normal gündeki gibi ve
hayatınıza devam etmek için sorumluluklarınızı yerine getirmeniz gerekiyor. Ama
sonra bir bakıyorsunuz içinde bulunduğunuz dünya size yabancı gelmeye başlamış.
Sizi kimse görmüyor veyahut gören kişiler de tanımıyor. Evinizin artık size ait
olmadığını anlıyorsunuz, neler olduğunu anlamaya çalışıyorsunuz ama nafile.
Sonra aslında bir şeyi yanlış anladığınızı fark ediyorsunuz. Dünyanın size
yabancı gelmeye başlamadığını, sizin bu dünyaya yabancı gelmeye başladığınızı,
artık burada bir yerinizin olmadığını anlıyorsunuz. Kalbinize zehirli bir ok
gibi saplanıyor bu acı gerçek. Hazmetmesi güç.
Bir anda hayatı tepetaklak olan Richard'ın başına gelenler
sizi üzebilir.
Sevgilisini kaybetme pahasına, kaldırımda kanlar içinde
yatmakta olan bir kıza yardım etmek ne kadar ilginç olayı beraberinde
getirebilir ki? Ama şunu söyleyeyim; tahmin ettiğinizden çok daha fazla.
Her şey bu olaydan sonra gelişiyor zaten. İşler çığırından
çıkıyor ve içinden çıkılamayacak bir hal almaya başlıyor. Kızın adı Door.
İsminden de yola çıkarak zaten en başta bu kızda bir şeyler olduğunu
anlayıveriyorsunuz. Ama neler olabileceğini tahmin edemiyorsunuz. Çünkü
Gaiman'ın işi belli olmaz. Her an ters köşeye yatırabilir. Bu yüzden eğer
tahmin yapıyorsanız bile, o tahminlerinize fazla güvenmeyin ve okumaya devam
edin.
"Şiddet kabiliyetsiz olanların son sığınağıdır ve boş
tehditler korkunç derecede beceriksiz olanların son mabedidir." -Marquis
de Carabas.
Door, ailesini
kaybetmiş bir kızdır. Daha doğrusu ailesi bir cinayete kurban gitmiştir.
Kimsesizdir. Ve Richard'ın aksine bir Aşağı Londra sakinidir. Beklenmedik bir
şekilde girer Richard'ın hayatına Door ve olması gerekenden çok daha çabuk bir
şekil de çıkar(mı?).
Door'un peşinde olan oldukça ilginç kişilikli iki adam
vardır. Bay Group ve Bay Vandemar. Tipik kötü karakter olma özelliklerini
taşıyan bu ikilinin diyalogları yer yer güldürebiliyor lakin bu onların neşeli
insanlar olduklarının bir kanıtı değil. İnanın karşı karşıya gelmek istemeyeceğiniz
türden her ikisi de. Ama siz yine de bu ikiliye dikkat edin. Sağları solları
belli olmuyor çünkü.
Aşağı Londra'ya düşen Richard, denize düşen yılana sarılır
misali, Islington adında bir meleği aramaya çıkan Door ve onun koruyucuları
-evet, Aşağı Londra'da Door sahipsiz değildir- Marquis de Carabas ve Avcı'nın
peşine düşerek oldukça düşük bir ihtimal olan evine geri dönebilmesi umuduna
sıkı sıkıya sarılır. Elinden geldiğince onlara yardım edecektir ve işler
yolunda giderse eğer kendini tekrar olması gerektiği yerde, Yukarı Londra'da bulacaktır. İşler yolunda giderse...
Kendini Aşağı Londra'nın kurallarına uymak zorunda hisseden
Richard'ı ve Islington adlı meleği bulma umuduyla yola çıkan diğer grup
üyelerini zor bir yolculuk beklemektedir.
Zaman ilerler ve zamanla doğru orantılı bir şekilde
karşılarına çıkan engellere göğüs geren kafile de hedeflerine doğru ilerler.
Marquis de Carabas bir süre sonra kendi planı doğrultusunda gruptan ayrılır. Çok
sonra öğreneceğimiz üzere plan başarılı bir şekilde noktalanır.
Hikayenin birçok koldan anlatılıp ve finalde hepsinin
birbirine bağlanması fikrini hep sevmişimdir. Yokyer'de de bu duruma rastlamak
mümkün. Gaiman'ın ustalığıyla ilmek ilmek dokunan hikaye, birkaç farklı
akarsuyun ayrı ayrı kollardan en sonda aynı okyanusa dökülmesi gibi eksiksiz
bir şekilde bağlanıyor birbirine.
Kitapta sona doğru yaklaştıkça heyecan da arıtıyor haliyle.
Nasıl sonlanacağıyla ilgili tezler üretiyoruz kafamızda. Sonra bir bakıyoruz
enfes bir şekilde noktalanmış kitap.
Ayrılmaz ikili Evrim Öncül ve Niran Elçi'nin elinden çıkıyor
Yokyer. Öncül çevirisini yaparken, Elçi editörlüğünü üstleniyor. Ardından
İthaki Yayınları da kitabı basıyor.
Yokyer'in 1996 yapımı
6 bölümden oluşan bir de mini dizisinin olduğunu hatırlatmakta yarar var.
Biraz klişe bir tabir olacak ama, hiç Neil Gaiman okumamış
biri bence çok şey kaybetmiş demektir. Henüz geç değil, keşfedebilirsiniz bu "Edebiyatın
Rock Starı"nı.
Ha, ne demiştik?
Gaiman hep yazsın, biz hep okuyalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder