tag:blogger.com,1999:blog-33311435474934082012024-03-05T13:45:11.212+03:00Adrianist EdebiyatBahri Doğukan Şahinhttp://www.blogger.com/profile/09728025496899422257noreply@blogger.comBlogger135125tag:blogger.com,1999:blog-3331143547493408201.post-19194003446701463732016-05-04T23:27:00.000+03:002016-05-04T23:44:25.142+03:00Bir Modern Dünya Alegorisi: Gökdelen<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.kayiprihtim.org/portal/gorsel/2016/04/gokdelen-ust.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://www.kayiprihtim.org/portal/gorsel/2016/04/gokdelen-ust.jpg" height="260" width="400" /></a></div>
<blockquote class="tr_bq">
<br />
<h4 style="text-align: center;">
<span style="font-family: inherit; font-size: large;">“Gökdelen onlara karşı elinden geleni ardına koymamakta
kararlı olan dev, agresif bir canlıydı sanki.”</span></h4>
</blockquote>
<span style="font-family: inherit;"><br /></span>
<br />
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: inherit;">Daha önce <b><span style="font-size: large;">Arion Yayınları</span></b>’ndan (1 adet) ve<span style="font-size: large;"> </span><b><span style="font-size: large;">Ayrıntı
Yayınları</span></b>’ndan (11 adet) kitapları çıkan <b><span style="font-size: large;">James Graham Ballard</span></b>’ın <b><span style="font-size: large;">Sel Yayınları</span></b>
etiketiyle yayımlanan ilk kitabı olma özelliğini taşıyor <i>Gökdelen</i>. Orijinal adı
<i><b><span style="font-size: large;">High Rise</span></b></i> olan ve <i>1975 </i>yılında kaleme alınan eser, Ballard’ın yurtdışında en
sevilen yapıtları arasında yer alıyor. Geç de olsa, bizler de <i>2012 </i>yılında <i>Dost
Körpe</i> çevirisiyle bu eseri ülkemizde de görme fırsatına eriştik. Eserin çeviri
ve editörlük anlamında gayet başarılı olduğu söylenebilir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: inherit;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: inherit;">Ballard okumuş olanlar bilirler. Kendisinin nevi şahsına
münhasır bir tarzı vardır ve her ne kadar yazdığı birçok şey bilimkurgu
sınırları içine girse de, aktif bilimkurgu okurlarının pek de tercih etmediği
bir yazardır. <span style="font-size: large;"><b>Asimov</b></span><b><span style="font-size: large;">, Clarke, Heinlein, Dick</span></b> gibi yazarları büyük bir iştahla
okuyanlar, Ballard’a gelindiğinde aynı tadı alamaz ve hatta onu bilimkurgu
yazarı olarak bile gör(e)mezler. Ballard’ın yazdığı roman ve öyküler çok
ağırdır çünkü. Korkutucudur. Kimilerine göre ise, bilim tabanından yoksun
kurmaca metinler. Ve bu da onu bilimkurgunun farklı bir basamağına oturtmaya
yetmiştir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: inherit;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: inherit;">Bilimkurguda <b><i>New Wave (Yeni Dalga)</i></b> akımının da öncülerinden
olan Ballard, her zaman dış uzayı reddetmiş ve iç uzaya odaklanmıştır. Uzay
gemilerini, gezegenleri ve son model teknolojik gelişmeleri elinin tersiyle
itmiş ve hemen bütün yapıtlarında insanın kendisine odaklanmıştır. Zira Ballard
için en önemli şey insandır. Hayattaki her şey karşısında insanın vereceği
tepkiler önemlidir. İnsan doğası ve psikolojisinin evreleri onun odak
noktasıdır. <i>Yazdığı 100’den fazla öyküde, 20’ye yakın romanda </i>bu hep böyle
olmuştur. Bu yönüyle öteki bilimkurgu yazarlarından ayrılan Ballard, <i>Polonyalı</i>
bilimkurgu yazarı <span style="font-size: large;"><b>Stanislaw Lem</b></span>’e çok daha yakındır diyebiliriz. Her ne kadar
Lem bilimkurgunun tüm malzemelerini cömertçe kullansa da, onun yapıtlarının da
merkezinde her daim insan olmuştur.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: inherit;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: inherit;"><br /></span></div>
<h4 style="text-align: center;">
<i><span style="line-height: 107%;"><span style="font-family: inherit;">“Mutluluk
verici bir ilkel hayata doğru topluca gittiğimizi sanmak hata olur.”</span></span></i></h4>
<div>
<i><span style="line-height: 107%;"><span style="font-family: inherit;"><br /></span></span></i></div>
<div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: inherit;">Ballard’ın birçok yapıtı gibi <i>Gökdelen </i>de bilimkurgusal bir
<b>distopyadır</b>. Bu anlatısında da okurlarına iyi şeyler söylemiyor ne yazık ki ama
zaten aktif Ballard okurları, kitapları bunun bilincinde olarak okudukları
için, bir nevi karamsar senaryolara alışkınlar. İlk defa okuyanlar ise bu sert
kurgular karşısında bir alışma evresi geçirmek zorundalar.<o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: inherit;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: inherit;">Her gün gözümüzün önünde olan ve bizim için sadece ifade
ettiği anlamı taşıyan şeyleri Ballard alır ve ustaca işler. Ortaya ise ürkütücü
şeyler çıkar. İşte bu kitap da tam olarak bu kurala uyuyor.<o:p></o:p></span><br />
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: inherit;">Ballard’ın <i>“gökdelen”</i>i, büyük şehirlerde yaşayan herkes için
artık normalleşmiş olan büyük binalardan aslında çok da farklı değildir.
Başlangıçta o da normal bir binayı temsil etmektedir ama daha büyük, daha
kalabalık ve daha kapitalist.<o:p></o:p></span></div>
<h4 style="text-align: center;">
<span style="font-family: inherit;"><br /></span><b><span style="font-family: inherit;"><i>“Uzun asansör boşluklarında inip çıkan asansörler, bir
kalbi çalıştıran pistonlar gibiydiler. Koridorlarda yürüyen bina sakinleri bir
atardamar ağındaki hücrelerdiler, dairelerindeki ışıklarsa bir beynin
nöronlarıydı.”</i></span></b></h4>
</div>
<div>
<b><span style="font-family: inherit;"><i><br /></i></span></b></div>
<div>
<div class="MsoNormal">
İnsanlara
her istediğini veren bir gökdelen düşünün. Eviniz, işiniz, yaşamsal
ihtiyaçlarınızı karşılayacağınız dükkanlar, sosyal aktivitelerinizi özgürce
gerçekleştirebileceğiniz alanlar ve hatta daha fazlası, her şey bu gökdelenin
içinde. Çok mecbur kalmadıkça gökdelen dışına dahi çıkmıyorsunuz. Yeterince
korkutucu mu? Ballard’ın yarattığı karakterler için hiç de değil.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Ballard’ın geleceğe dair öngördüğü unsurlardan biri hiç
şüphesiz öteki romanlarında da zaman zaman değindiği betonlaşma konusu. Giderek
artan betonarme yapılar ve yükselen şehir nüfuslarını modern insanın en büyük
kabusu olarak gören Ballard, dev bir gökdelen içinde yaşayan ve yalnızca belli
şeylere odaklanarak robotlaşan insanları resmetmiş Gökdelen’de.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Kitapta anlatılan bu dev binanın mimarı <b><span style="font-size: large;">Anthony Royal</span></b>, orta
sınıfa ait bir doktor olarak hayatını idame ettiren <span style="font-size: large;"><b>Robert Laing</b></span> ve aşağı
sınıfın lideri ve aynı zamanda bir televizyon programcısı <span style="font-size: large;"><b>Richard Wilder</b></span>
romanın etrafından döndüğü üç ana karakter olarak öne çıkıyorlar. Kendi
içlerinde çetin bir savaş veren bu üçlünün hayatlarına konuk oluyoruz sırayla
ve bu sayede de gökdelen yaşamının henüz ilk zamanlarının sakinliğinin tadını
çıkarıyoruz. Eğer okuduğunuz kitap Ballard’a aitse, bu sakinliğin çok
sürmeyeceğini az çok tahmin edebiliyorsunuz. Ve beklenen oluyor da: Gökdelen yaşamının
sakin ve huzurlu günleri çok sürmüyor, giderek artan şiddet, romanın sonunda
doruk noktasına ulaşıyor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.kayiprihtim.org/portal/gorsel/2016/04/james-graham-ballard-distopya.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://www.kayiprihtim.org/portal/gorsel/2016/04/james-graham-ballard-distopya.jpg" height="325" width="400" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: inherit;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="line-height: 107%;"><span style="font-family: inherit;">Bu son
teknoloji harikası olduğu söylenen gökdelende yaşayan insanlar bir müddet sonra
vahşileşmeye başlayacak ve ilkelliğe doğru giden bir süreç de durmamacasına
devam edecektir. Herkesin mutlu olarak işine gidip geldiği günlerin yerini
<i>savaş cepheleri, yağmalar, çatışmalar ve ölümler</i> alacaktır. Modern insanın
günün birinde tekrar özüne, ilkelliğe döneceğini söyleyen Ballard bu
düşüncesinde son derece ciddi.</span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 11pt; line-height: 107%;"><span style="font-family: inherit;"><br /></span></span></div>
<h4 style="text-align: center;">
<i><span style="line-height: 107%;"><span style="font-family: inherit;">“Gökdelen
sakinleri ışıkları söndürülmüş bir hayvanat bahçesinde bir arada yatan
yaratıklar gibiydiler; arada sırada kısa süreliğine birbirlerine vahşice
saldırıyorlardı.”</span></span></i></h4>
</div>
<div>
<i><span style="line-height: 107%;"><span style="font-family: inherit;"><br /></span></span></i></div>
<div>
<div class="MsoNormal">
Kitapta alt sınıfı temsil eden <i>Wilder</i>’ın amacı binanın en
üstüne tırmanmak ve savaşın henüz ulaşmadığı, refahın üst düzeyde olduğu
bölgelerde yaşamak. Bunun için önüne çıkan tüm engelleri aşan <i>Wilder,</i>
ilerlediği bu kutsal yolda attığı her adımı mübah görmektedir. Bunun sonucunda
oldukça korkunç şeyler yapan <i>Wilder</i>’ın öyküsü bir yandan devam ederken,
binadaki hiyerarşi düzeninin de allak bullak olması karakterler arasındaki tüm
dengeleri sarsacak boyutlara ulaşacaktır. Tıpkı yaşadığımız dünyadaki gibi bir
sistemin işlediği bu dev yapıda da bir süre sonra alt sınıflar isyan edecek ve
üst sınıfların koltukları sallanmaya başlayacaktır.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Gökdelen yaşamı artık hiç olmadığı kadar tehlikeli bir hale
bürünmüş olmasına rağmen, içinde yaşayanların onu terk etmemesi, aksine sıkı
sıkıya sarılması da yine ilginç bir tezatlık örneği olarak karşımıza çıkıyor.
Ballard bu kısımla birlikte, geleceğin insanlarının dışarıdaki hayattan
tamamıyla kopacağını ve koridorlarında kelimenin tam anlamıyla amansız bir
savaşın hakim olduğu gökdelende kalmanın, dışarıdaki dünyadan daha güvenli
olduğuna körü körüne inanacaklarını ifade ediyor. Her şeye rağmen, bu beton
yığınının içinde kalmanın ölüm anlamına geldiğini bildikleri halde, buradan
ayrılmak istemeyen insanlığın zaten çoktan ölmüş olduğunu görmekteyiz.<i> Zira
çözümü doğada aramayı unutan bir insan doğal olarak insan olduğunu da
unutmuştur</i>, diyor Ballard.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Gökdelen’de okurlarına adeta bir edebiyat resitali sunan
Ballard, şiddetin dozunu artırmaktan hiç çekinmiyor. Betonlaşmaya karşı
olduğunu bildiğimiz Ballard bir modern dünya alegorisi sunuyor ve düşlediği
distopik geleceğin çok da uzak olmadığı konusunda bizleri bilinçlendirmeyi
amaçlıyor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<h4 style="text-align: center;">
<i>“Şiddet artık tamamen stilize bir hal almış, arada sırada
patlak veren soğuk ve rastlantısal bir saldırganlığa dönüşmüştü. Gökdelendeki
hayat dış dünyaya benzemeye başlamıştı; kibarlıkların ardında aynı acımasızlık
ve saldırganlık gizliydi.”</i></h4>
</div>
<div>
<i><br /></i></div>
<div>
<div class="MsoNormal">
Ballard’ın tam <i>41 yıl önce </i>kaleme aldığı bu romanın, <i>21.
yüzyıl insanını anlatmadığını kim inkar edebilir?</i> Tüm gerçekleri bir kez daha
yüzümüze vurmayı başaran yazarın bu önemli eserinin kocaman bir uyarı niteliği
taşımadığını kim söyleyebilir peki? Kimse. Ballard’ın bu yönüyle modern dünyaya
açılan bir kahin olduğunu söylemek çok da yanlış olmasa gerek.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Hayatınızın sadece gökdelenden ibaret olduğu bir dünya
şimdilik sadece Ballardvari bir senaryo olarak görünebilir. Ama unutmayın ki
günümüzün modern şehirlerinde insanlar bu gibi gökdelen ve plazalarda yaşamaya
daha çok rağbet gösteriyorlar. Günün birinde dünyanın böyle bir çıkmaza
sürüklenmesi işten bile değil.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<i><span style="color: #444444; font-size: large;">“İnsanlar artık yarınlarını hiç düşünmüyorlardı sanki.” <b>-J.G.
Ballard</b></span></i><o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<i><span style="color: #444444; font-size: large;"><b><br /></b></span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<i><span style="color: #444444; font-size: large;"><b><br /></b></span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: right;">
<span style="color: #444444;"><b><i>Bu inceleme daha önce Kayıp Rıhtım'da yayınlanmıştır. <a href="http://www.kayiprihtim.org/portal/inceleme/bir-modern-dunya-alegorisi-gokdelen/" target="_blank">Oradan okumak için tıklayabilirsiniz.</a></i></b></span></div>
</div>
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
<blockquote class="tr_bq">
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
</blockquote>
Bahri Doğukan Şahinhttp://www.blogger.com/profile/09728025496899422257noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3331143547493408201.post-91604192883405029822015-02-23T00:41:00.001+02:002015-02-23T05:08:44.000+02:0087. Oscar Ödülleri (2015) Tahminlerim<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg7f-oP0y544fkc65atOvKmkX0yOWp6nP4JLiUzYnqJWx4Oa7p60uT-aEpESUGUQH1qpAkxxZZzWkp4TlqAvcwdETa57AFse5eGFj_e5d4o7ot1eOXv6QP2H6N7O3Mocaz_rzOT4BdLwKLP/s1600/oscar-2015-filmler.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg7f-oP0y544fkc65atOvKmkX0yOWp6nP4JLiUzYnqJWx4Oa7p60uT-aEpESUGUQH1qpAkxxZZzWkp4TlqAvcwdETa57AFse5eGFj_e5d4o7ot1eOXv6QP2H6N7O3Mocaz_rzOT4BdLwKLP/s1600/oscar-2015-filmler.jpg" height="164" width="320" /></a></div>
<br />
Geçen senenin Oscar yarışı benim için daha iyiydi diyebilirim. Tahminlerimde de 24'te 21 yapmıştım. Bu sene özellikle En İyi Film ve En İyi Yönetmen oldukça çekişmeli ve ben de geçen seneye nazaran daha az doğru tahmin yapacağımı düşünüyorum.<br />
<br />
<br />
Tüm kategorilerdeki tahminlerim şöyle:<br />
<u><b><br /></b></u>
<u><b>En İyi Film</b></u><br />
<b>Kim Alır:</b> Birdman<br />
<b>Almasını İstediğim:</b> Whiplash<br />
<br />
<b><u>En İyi Yönetmen</u></b><br />
<b>Kim Alır: </b>Richard Linklater<br />
<b>Almasını İstediğim: </b>Wes Anderson<br />
<b><br /></b>
<b><u>En İyi Erkek Oyuncu</u></b><br />
<b>Kim Alır: </b>Eddie Redmayne<br />
<b>Almasını İstediğim: </b>Eddie Redmayne<br />
<b><br /></b>
<b><u>En İyi Kadın Oyuncu</u></b><br />
<b>Kim Alır: </b>Julianne Moore<br />
<b>Almasını İstediğim: </b>Rosamund Pike<br />
<b><br /></b>
<b><u>En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu</u></b><br />
<b>Kim Alır: </b>J.K. Simmons<br />
<b>Almasını İstediğim: </b>J.K. Simmons<br />
<b><br /></b>
<b><u>En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu</u></b><br />
<b>Kim Alır: </b>Patricia Arquette<br />
<b>Almasını İstediğim: </b>Keira Knightley<br />
<b><br /></b>
<b><u>En İyi Yabancı Film</u></b><br />
<b>Kim Alır: </b>Ida<br />
<b>Almasını İstediğim: </b>Leviathan<br />
<b><br /></b>
<b><u>En İyi Özgün Senaryo</u></b><br />
<b>Kim Alır: </b>The Grand Budapest Hotel<br />
<b>Almasını İstediğim: </b>Nightcrawler<br />
<b><br /></b>
<b><u>En İyi Uyarlama Senaryo</u></b><br />
<b>Kim Alır: </b>Whiplash<br />
<b>Almasını İstediğim: </b>Whiplash<br />
<b><br /></b>
<b><u>En İyi Kurgu</u></b><br />
<b>Kim Alır: </b>Boyhood<br />
<b>Almasını İstediğim: </b>Whiplash<br />
<b><br /></b>
<b><u>En İyi Görüntü Yönetimi</u></b><br />
<b>Kim Alır: </b>The Grand Budapest Hotel<br />
<b>Almasını İstediğim: </b>The Grand Budapest Hotel<br />
<b><br /></b>
<b><u>En İyi Prodüksiyon(Yapım) Tasarımı</u></b><br />
<b>Kim Alır: </b>The Grand Budapest Hotel<br />
<b>Almasını İstediğim: </b>Interstellar<br />
<b><br /></b>
<b><u>En İyi Kostüm Tasarımı</u></b><br />
<b>Kim Alır: </b>The Grand Budapest Hotel<br />
<b>Almasını İstediğim: </b>The Grand Budapest Hotel<br />
<b><br /></b>
<b><u>En İyi Makyaj & Saç Tasarımı</u></b><br />
<b>Kim Alır: </b>The Grand Budapest Hotel<br />
<b>Almasını İstediğim: </b>The Grand Budapest Hotel<br />
<b><br /></b>
<b><u>En İyi Özgün Müzik</u></b><br />
<b>Kim Alır: </b>Interstellar<br />
<b>Almasını İstediğim: </b>Interstellar<br />
<b><br /></b>
<b><u>En İyi Özgün Şarkı</u></b><br />
<b>Kim Alır: </b>"Glory" / Selma<br />
<b>Almasını İstediğim: </b>"Glory" / Selma<br />
<b><br /></b>
<b><u>En İyi Ses Kurgusu</u></b><br />
<b>Kim Alır: </b>Interstellar<br />
<b>Almasını İstediğim: </b>Interstellar<br />
<b><br /></b>
<b><u>En İyi Ses Miksajı</u></b><br />
<b>Kim Alır: </b>Interstellar<br />
<b>Almasını İstediğim: </b>Interstellar<br />
<b><br /></b>
<b><u>En İyi Görsel Efekt</u></b><br />
<b>Kim Alır: </b>Interstellar<br />
<b>Almasını İstediğim: </b>Interstellar<br />
<b><br /></b>
<b><u>En İyi Animasyon</u></b><br />
<b>Kim Alır: </b>How to Train Your Dragon 2<br />
<b>Almasını İstediğim: </b>Kaguya-hime no Monogatari<br />
<b><br /></b>
<b><u>En İyi Kısa Animasyon</u></b><br />
<b>Kim Alır: </b>Feast<br />
<b>Almasını İstediğim: </b>Feast<br />
<b><br /></b>
<b><u>En İyi Belgesel</u></b><br />
<b>Kim Alır: </b><u>Virunga</u><br />
<b>Almasını İstediğim: </b>Virunga<br />
<b><br /></b>
<b><u>En İyi Kısa Belgesel</u></b><br />
<b>Kim Alır: </b>Our Curse<br />
<b>Almasını İstediğim: </b>The Reaper<br />
<b><br /></b>
<b><u>En İyi Kısa Film</u></b><br />
<b>Kim Alır: </b>The Phone Call<br />
<b>Almasını İstediğim: </b>The Phone CallBahri Doğukan Şahinhttp://www.blogger.com/profile/09728025496899422257noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3331143547493408201.post-39468485705014775082014-11-22T00:27:00.004+02:002014-11-22T00:27:49.419+02:00Büyücü - John Fowles<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhtmwCx7VLTVK7C-FCsK-9CMzdYed6w7BnLUlzmGML3jNMuGez3rlpjRf4QtSnnR05e3YQMfoF06cF7CCOLIU_4FKzV4liRiUgJCZaCYNDMgTqHh4F1BHpmWWl2XM_Z1PQ-0FVE49OCnYaj/s1600/buyucu-john-fowles-the-magus.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhtmwCx7VLTVK7C-FCsK-9CMzdYed6w7BnLUlzmGML3jNMuGez3rlpjRf4QtSnnR05e3YQMfoF06cF7CCOLIU_4FKzV4liRiUgJCZaCYNDMgTqHh4F1BHpmWWl2XM_Z1PQ-0FVE49OCnYaj/s1600/buyucu-john-fowles-the-magus.jpg" height="320" width="240" /></a></div>
<br />
<br />
Büyücü, İngiliz romancı Fowles'un ilk romanı. Bir edebiyat şöleni. Başyapıt.<br />
<div>
<br /></div>
<div>
John Fowles oldukça ilgimi çeken bir yazardı. Hiçbir kitabını okumamış olmama rağmen, onu seviyordum. Mesela bu Oğuz Atay için de geçerliydi. Okuduktan sonra her ikisini de daha çok sevmeye başladım.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Kalınlığıyla ters orantılı bir şekilde, kısa sürede tükettim Büyücü'yü. Bunda bir değil birden fazla sebep vardı elbette. Duru ve akıcı bir dille yazılmış olması bu sebeplerden biri olabilir rahatlıkla fakat kesinlikle en önemli sebep bu değildi. Klasik tabirle, daha ilk satırlardan beni içine aldı kitap ve son sayfaya dek de bırakmadı. Bittiğindeyse uzun süre üzerinde düşündüm. Çünkü John Fowles kitabına mutlak bir son yazmamış, açık bir kapı bırakmış. Ve ben bu tip kitapları çok severim.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Baş karakterimiz Nicholas Urfe, yirmili yaşlarının ortalarında, kadınlar tarafından çekici bulunan ve çok da anormal özelliklere sahip olmayan bir İngiliz beyefendisidir. En başta onun hayatını okuyacağımız izlenimine kapılırız, bir süre bu doğrultuda da ilerler zaten kitap lakin arka kapakta da dediği üzere, Büyücü, bir muammanın romanıdır. Peki ne demek bu?<br />
<br />
Fowles, onlarca değişik konuda, yüzlerce tespitte bulunuyor ve bunu öyle güzel yapıyor, satır aralarına öyle güzel serpiştiriyor ki, kalemine hayran kalmamak elde değil. Kitapların altlarını çizmeyen, not alan birisi olarak şunu söyleyebilirim ki, hiç bir kitapta bu kadar not almamıştım. Tam on sayfa. Kitabı okuduktan sonra bu notlarımı tekrar okudum ve bu eşsiz cümleleri sindirmeye çalıştım.<br />
<br />
(Hafif spoiler.) <br />
<br />
Baş kişimiz Nicholas Urfe, Phraxos adlı bir Yunan adasında yer alan yatılı okula İngilizce öğretmeni olarak atanır. İşte olan biten her şey de bu gizemli adada yaşanır. Urfe, Alison'la ayrılıklarından sonra oldukça zor zamanlar geçirir ve bu kadınsız adada çıldırmak üzeredir. Aslında ada ortamı çok iyi olsa da, yalnızlık onu tüketmektedir. Öyle ki, intiharın eşiğine dahi gelir. İşte tam bu esnada Fowles'un yarattığı gizemli karakter Conchis devreye girer. Bourani'deki bir malikenin sahibi olan bu zengin ve yaşlı adam, Urfe'un hayatını kökten değiştirecektir.<br />
<br />
Nicholas Urfe, Maurice Conchis ile tanıştıktan sonra sık sık onu ziyaret eder. Daha doğrusu Conchis, ona bir sonraki hafta da gelmesini söyleyerek davet eder ve Urfe da Bourani ziyaretlerinin her birinde çok ilginç şeyler öğrenir. Daha ilk görüşte Conchis'in normal bir insan olmadığını anlayan Urfe, onun hayat hikayesini dinler ve ona saygı duymaya başlar. Conchis'in anlattığı her şeye inanan Urfe, bir süre sonra bazı tutarsızlıklar keşfedecektir. Conchis'e ek olarak yeni gizemli karakterler katılır kurguya ve tıpkı Urfe gibi okur da tokat üstüne tokat yer.<br />
<br />
Bir süre sonra anlatılanları sorgulamaya başlayan Urfe, kendisinin seçilmiş kişi olduğunu ve burada kendisine karşı bir oyun sahnelendiğini anlar. Yani Fowles'un kitabına ilk başta koymayı düşündüğü isim: <i>Tanrı Oyunu</i>.<br />
<br />
(Hafif spoiler sonu.) <br />
<br />
John Fowles tıpkı yarattığı karakter Nicholas Urfe gibi bizi de her sayfada ters köşeye yatırmaya devam ederek finale kadar getiriyor. Zaman zaman elimizden tutup kaldıran yazarın tek bir amacı var: bir tokat daha atıp yeniden yere sermek. Kısaca baş döndürücü bir roman Büyücü!<br />
<br />
Nicholas Urfe, Maurice Conchis, Alison Kely, Julie, June, Joe ve diğerleri... Bir romandan daha fazlası Büyücü. Beni en çok etkileyen kitaplardan biri oldu ve John Fowles da en sevdiğim yazarlar arasına girdi şimdiden. Çok, çok üzüldüm bittiğine ama kesinlikle tekrar okuyacağım. Kütüphanemin en değerli köşesinde yerini aldı bile çoktan. Herkese öneririm.</div>
Bahri Doğukan Şahinhttp://www.blogger.com/profile/09728025496899422257noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3331143547493408201.post-41475813568675734912014-11-22T00:27:00.001+02:002014-11-22T00:27:04.542+02:00Kedi ile Şeytan - James Joyce<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgzG0cxozmc902O0ZDtVPtr4AOFdKxEflEqbnnSfPtshh8wmo4vMA5LM4CU61Faf6OAyJ5L4cup1ZGpkU6jFod9I6yRvyMephx_ypLyyuskbbBt11NKGuSpWComBNuL02E0qTIOqOqe3zXo/s1600/kedi-ile-seytan-james-joyce.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgzG0cxozmc902O0ZDtVPtr4AOFdKxEflEqbnnSfPtshh8wmo4vMA5LM4CU61Faf6OAyJ5L4cup1ZGpkU6jFod9I6yRvyMephx_ypLyyuskbbBt11NKGuSpWComBNuL02E0qTIOqOqe3zXo/s1600/kedi-ile-seytan-james-joyce.jpg" height="268" width="320" /></a></div>
<br />
<br />
Dünya edebiyatına eserleriyle yön veren isimlerden biri olan James Joyce'un 1936'nın Ağustos'unda, Fransa'da torunu için yazmış olduğu bir öykü "Kedi ile Şeytan". Aslında torununa yazdığı bir mektuba ek olarak bu öyküyü de gönderiyor. Bu sebeple yazılmış olan bu mini öykü, günümüz dünyasında tüm çocuklara ufak bir armağan niteliği taşıyor.<br />
<br />
Fransa'da ufak bir kasaba olan Beaugency, Loire nehrinin kıyısına paralel olarak uzanmaktadır. Orada yaşayan insanlar, bir köprüleri olmadığı için karşı kıyıya teknelerle geçmektedirler. Bunun farkına varan Şeytan, Beaugency Belediye Başkanı ile bir anlaşma yapacaktır...<br />
<br />
İllüstratör Gerald Rose, Şeytan'ı James Joyce olarak resmetmiş.<br />
<br />
Bir bardak çay eşliğinde okunacak oldukça hoş bir öykü idi. Ufak bir not: Çayınız bitmeden öykü bitiveriyor.<br />
<br />
James Joyce'un devasa Ulysses'i ise kitaplığımda onu okumaya başlayacağım günü bekliyor...Bahri Doğukan Şahinhttp://www.blogger.com/profile/09728025496899422257noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3331143547493408201.post-68974913995551439372014-11-22T00:06:00.000+02:002014-11-22T00:06:31.286+02:00Benim Hüzünlü Orospularım - Gabriel Garcia Marquez<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi0R3oPUxY35kx87zdBeZUm6zMnmrcryBaoBHt-tu1mcx_RJRDuuHVXv1j1akhZ5sCBf1_2H1zuAKIDtutg_BitbejBYmEN9RTQqViFlfvJ7b646Ly8fqbQu0mH2HUD6FTICZLxwi5xTJDO/s1600/benim-huzunlu-orospularim-gabriel-garcia-marquez.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi0R3oPUxY35kx87zdBeZUm6zMnmrcryBaoBHt-tu1mcx_RJRDuuHVXv1j1akhZ5sCBf1_2H1zuAKIDtutg_BitbejBYmEN9RTQqViFlfvJ7b646Ly8fqbQu0mH2HUD6FTICZLxwi5xTJDO/s1600/benim-huzunlu-orospularim-gabriel-garcia-marquez.jpg" height="320" width="240" /></a></div>
<br />
<br />
Yüzyıllık Yalnızlık öncesi, Marquez'in ince romanlarından birini daha okumuş oldum. Bu kitabı, Kırmızı Pazartesi'den biraz daha fazla sevdiğimi söyleyebilirim.<br />
<br />
Benim Hüzünlü Orospularım, 90 yaşındaki bir gazetecinin yaşamına odaklanıyor. Bu yaşına dek her daim günlük zevklere düşkün olan ve sayısız kadınla birlikte olan bu adam, 90. yaş günü arifesinde, kendisine el değmemiş, gencecik bakire bir kızla birlikte olma ödülü vermeyi düşünüyor. Bunun için eski dostu, genelev sahibi Rosa Cabarcas'ı arıyor ve kriterlerine uygun bir kadın ayarlamasını salık veriyor.<br />
<br />
Genç kız ayarlanıyor, ne var ki işte tam bu noktada bizim koca ihtiyarın aşık olacağı tutuyor. Birçok kez sevişme niyetiyle aynı yatağa giriyorlar fakat her seferinde uyuyan güzel Delgadina'yı seyretmekle veyahut sabaha kadar karış karış öpmekle yetiniyor. Hayatının sonbaharında aşkı tadan yazarın dokunaklı öyküsü...<br />
<br />
Gabriel Garcia Marquez, yaşlılığın hüznünü, aşkın coşkusuna dönüştürmüş o sihirli kalemiyle. Kolay okunan, akıcı bir kitap, tek oturuşta bitirilecek cinsten.Bahri Doğukan Şahinhttp://www.blogger.com/profile/09728025496899422257noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3331143547493408201.post-39813365853721492022014-11-22T00:05:00.002+02:002014-11-22T00:05:31.459+02:00Çocuklarla Beraber - Fyodor Mihayloviç Dostoyevski<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiUzFwkCmi2hpFQBUG1L2eUE4XvhzoBnKVEDyEcy3LzelXlT34snxqG3I561TCV9ZwGM8wyt-DdUQtXCsrnsuirivcXkcUhnbUze2-oRj3-yM7n-gXnn-TTSn1t36_991SyKO9UaMOFU03A/s1600/cocuklarla-beraber-fyodor-dostoyevski.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiUzFwkCmi2hpFQBUG1L2eUE4XvhzoBnKVEDyEcy3LzelXlT34snxqG3I561TCV9ZwGM8wyt-DdUQtXCsrnsuirivcXkcUhnbUze2-oRj3-yM7n-gXnn-TTSn1t36_991SyKO9UaMOFU03A/s1600/cocuklarla-beraber-fyodor-dostoyevski.jpg" height="320" width="240" /></a></div>
<br />
<blockquote class="tr_bq">
<i>"Bazı insanlar vardır, karşılarındaki insanın yüzüne doğruyu söyleme cesaretlerinden yoksundur, işi şaklabanlığa vurarak duygularını açıklamaya çalışır. Bu tavır bazen çok acı, çok yürek parçalayıcı olur."</i> <b>-Alyoşa Karamazov.</b></blockquote>
Arka kapakta da yazdığı üzere, bu kitap, büyük usta Dostoyevski'nin başyapıtlarından biri olan Karamazov Kardeşler'deki Alyoşa karakteri baz alınarak, başkaları tarafından uyarlanmış bir öykü. Karamazov Kardeşler'i henüz okumadığım için açıkçası olaya pek hakim değilim. fakat iyi bir öykü olduğunu söyleyebilirim.<br />
<br />
Her ne kadar amaç Dostoyevski'yi çocuklara tanıtmak ve sevdirmek olsa da, öykünün biraz ağır olduğunu ve bazı kısımların çocuklara karşı kötü örnek olabileceğini düşünüyorum.<br />
<br />
Tadımlık niyetine okunabilir.Bahri Doğukan Şahinhttp://www.blogger.com/profile/09728025496899422257noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3331143547493408201.post-86383926967894366062014-11-22T00:04:00.000+02:002014-11-22T00:04:59.428+02:00Tatsız Bir Olay - Fyodor Mihayloviç Dostoyevski<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjl9w7Yb4YnI7irL6YvpZRTlyV4YjeSMlzDCDZ_iupOUT8YZ-kPTAGw4j23S8RTIKM0DLOc9G24lxrSUap2CAV8vCht8rHlF1gX6EMjtgh3NJXykvCjmNF0sdN1l2IUtP1Y9k3Q5fNblQRm/s1600/tatsiz-bir-olay-fyodor-dostoyevski.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjl9w7Yb4YnI7irL6YvpZRTlyV4YjeSMlzDCDZ_iupOUT8YZ-kPTAGw4j23S8RTIKM0DLOc9G24lxrSUap2CAV8vCht8rHlF1gX6EMjtgh3NJXykvCjmNF0sdN1l2IUtP1Y9k3Q5fNblQRm/s1600/tatsiz-bir-olay-fyodor-dostoyevski.jpg" height="320" width="240" /></a></div>
<br />
<blockquote class="tr_bq">
<i>"Üstelik bana göre, her şeyden önce başkalarına karşı iyi olmamız gerekiyor, hatta astlarımıza karşı bile... Onların da insan olduklarını unutmamalıyız. İyilik her şeyi kurtarır, her şeyi düzeltir."</i> <b>-İvan İlyiç.</b></blockquote>
Yine uzun bir Dostoyevski öyküsü. Veya Can Yayınları'ndan çıkan baskıyı göz önünde bulundurursak eğer, kısa bir roman.<br />
<br />
Dostoyevski'nin ilk dönem eserlerinde sıklıkla yer aldığımız Petersburg'dayız gene. Üç general -ve aynı zamanda yakın arkadaş- şampanyalarını içip sohbet etmektedirler. Konu dönüp dolaşıp insan ilişkilerine geldiğinde, İvan İlyiç söz alarak, aşağı dereceden memurlara iyi davranılması gerektiğini söyler. Diğer iki general ise bu hümanist düşünceyi komik bulurlar.<br />
<br />
İvan İlyiç, arkadaşlarının tepkisine dayanamaz ve iddiasını kanıtlamak için harekete geçer. Hemen o gece bir memurun düğününe katılır ve içkinin de etkisiyle olaylar kontrolden çıkar.<br />
<br />
Alt metninde bir sistem eleştirisi yatan bu öykü, oldukça trajikomik. Okunmalı.Bahri Doğukan Şahinhttp://www.blogger.com/profile/09728025496899422257noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3331143547493408201.post-50402693240415072812014-11-22T00:03:00.000+02:002014-11-22T00:03:24.824+02:00Amcanın Düşü - Fyodor Mihayloviç Dostoyevski<div class="tr_bq">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhWlT6Kvc3ZdSKJJlbct1M2wfdCqN5gjPrm3z8Ok3oGkplKDFQP8zCPM1icM4y2lEk4jinQxL5IHs_1B0yzgCf1zgftvo2rts7Abc6E9Dd5VNZmFHfeQ2QmSEkDzjsv1d_6lF0yzEtxwRgE/s1600/amcan%C4%B1n-dusu-fyodor-dostoyevski.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhWlT6Kvc3ZdSKJJlbct1M2wfdCqN5gjPrm3z8Ok3oGkplKDFQP8zCPM1icM4y2lEk4jinQxL5IHs_1B0yzgCf1zgftvo2rts7Abc6E9Dd5VNZmFHfeQ2QmSEkDzjsv1d_6lF0yzEtxwRgE/s1600/amcan%C4%B1n-dusu-fyodor-dostoyevski.jpg" height="320" width="240" /></a></div>
<br />
<br />
Daha evvel ülkemizde başka yayınevlerince "Amcanın Rüyası" olarak da yayınlanan bir Dostoyevski novellası. Ben Can Yayınları'ndan çıkan Nihal Yalaza Taluy çevirisini okudum.</div>
<div class="tr_bq">
<br /></div>
<div class="tr_bq">
Amcanın Düşü, geneli itibarıyla komik bir öykü. Dostoyevski gerek diyalogları gerekse de kurgusu ile zaman zaman okurunu gülümsetmeyi başarıyor. Peki Amcanın Düşü tam olarak neyi anlatıyor?</div>
<br />
Kızı Zina'yı yaşlı ve bunak bir prensle evlendirmeyi düşünen Marya Aleksandrovna Moskaleva'nın sinsi ve korkunç planlarını okuyoruz. İnanılmaz ikna kabiliyeti ile kızını bu iğrenç olaya nasıl ikna ettiğine şahit oluyoruz. Kısa bir süre sonra prensin öleceğini söyleyen Aleksandrovna, bu işin altından kolayca kalkabileceğini düşünür fakat aksilikler peşini bırakmayacaktır. Kitabın son bölümü ise şaşırtıcı bir şekilde sarsıcıydı.<br />
<br />
<b>Alıntılar:</b><br />
<blockquote>
"Her şey ölür Zinacığım, her şey, anılar bile... O yüce duygularımız da... Yerine ağırbaşlılık gelir. Niye yakınalım."</blockquote>
<blockquote>
"Anne," dedi Zina, "yalana ne gerek var?" Ne diye bir de bununla kendimizi lekeleyelim? Her şey o derece kirli ki, bu çamuru örtmek için küçülmeye değmez."</blockquote>
Bahri Doğukan Şahinhttp://www.blogger.com/profile/09728025496899422257noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3331143547493408201.post-80398335443067566822014-11-21T23:51:00.001+02:002014-11-21T23:51:14.721+02:00Beyaz Geceler - Fyodor Mihayloviç Dostoyevski<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiZmKCEnYfSqULpLrO-nmJLwCXPILMigidCNh0aw_PdRTC8r8NmdruTD-ibkLTHTttQU7eWi863h0S4Tmwgua1PsH4mAeLFTNH8m20Oosu5E8DFHnnx3A415d_WHCBdDDnrkemMthpuWSPC/s1600/beyaz-geceler-fyodor-dostoyevski.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiZmKCEnYfSqULpLrO-nmJLwCXPILMigidCNh0aw_PdRTC8r8NmdruTD-ibkLTHTttQU7eWi863h0S4Tmwgua1PsH4mAeLFTNH8m20Oosu5E8DFHnnx3A415d_WHCBdDDnrkemMthpuWSPC/s1600/beyaz-geceler-fyodor-dostoyevski.jpg" height="320" width="240" /></a></div>
<br />
<br />
Dostoyevski okumaya devam...<br />
<br />
Sabri Gürses'in çevirilerini çok beğendiğim için Beyaz Geceler'i de Can Yayınları'ndan okumak istemiştim. Beyaz Geceler'in orada, burada, şurada diğer baskılarına denk geldim ve karşılaştırma fırsatı buldum; çevirileri berbattı. Gürses ziyadesiyle memnun etti beni, sizlere de öneririm.<br />
<br />
Beyaz Geceler bir kısa roman veya uzun bir öykü. Ya da tam olarak şu: bir novella. Dostoyevski'nin ilk eserlerinden biri bu da. Kısa ama etkileyici. Öyle ki, İnsancıklar ve İkiz'den daha çok etkilendiğimi söyleyebilirim rahatlıkla. Hatta favori kitaplarımdan biri olmasına ramak kalmışı, yine de 10 tam puan verdim kendisine. Ve bu incecik eserden tam üç sayfa not çıkardım.<br />
<br />
(Hafif spoiler.)<br />
<br />
Bir aşk üçgenini anlatıyor diyebilirim kısaca. Anlatıcımız bir hayalperest ve Petersburg'un "beyaz geceler"inde şehirde dolaşan yalnız bir adam. Ömrü boyunca "biri"ni arayan ve onun hayaliyle yaşayan biri. Nastenka adlı kadın, işte tam olarak bu aranan kişidir.<br />
<br />
Bir köprüde olur tanışmaları ve yalnızca dört gece sürer. Çünkü Nastenka klasik kadın içgüdüleriyle hareket eder ve O'na birazcık acımasızca davranır. Anlatıcımızsa geçip giden bu trenin ardından eski, monoton, yalnız hayatına geri döner.<br />
<br />
İnsan ruhunu çok iyi anlatmış Dostoyevski, yine müthiş tespitler yapmış insana dair. Okunmalı. Bu hüzünlü hikaye mutlaka okunmalı.<br />
<br />
<b>Alıntılar:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
"Böyle bir göğün altında huysuz ve kaprisli insanlar yaşıyor olabilir mi gerçekten?"</blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
"Mutsuzken, başkalarının mutsuzluğunu daha güçlü hissederiz; duygu parçalanmaz, yoğunlaşır..."</blockquote>
Bahri Doğukan Şahinhttp://www.blogger.com/profile/09728025496899422257noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3331143547493408201.post-4499749410379743642014-11-21T23:51:00.000+02:002014-11-21T23:51:07.118+02:00Yufka Yürek - Fyodor Mihayloviç Dostoyevski<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiyQ3HsOMtkVV5_eMNLe39bFVxOiIuvqT41fSOI6SBQzbQ_BAq1kJNJBma5-vTDuPeLs4FBYLtFPpoMU9TFfgveyQeeDod8jKzfn8KB0pn0KqE6HJYcyeIxWw8hE2w3Cy6lIC4Vwud15om2/s1600/yufka-yurek-fyodor-dostoyevski.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiyQ3HsOMtkVV5_eMNLe39bFVxOiIuvqT41fSOI6SBQzbQ_BAq1kJNJBma5-vTDuPeLs4FBYLtFPpoMU9TFfgveyQeeDod8jKzfn8KB0pn0KqE6HJYcyeIxWw8hE2w3Cy6lIC4Vwud15om2/s1600/yufka-yurek-fyodor-dostoyevski.jpg" height="320" width="240" /></a></div>
<br />
<br />
Dostoyevski'nin kısa öykülerinin derlendiği bir kitap bu. İçerisinde sekiz adet öykü bulunmakta. Kitabın en uzun öyküsü olan Ev Sahibesi en sevdiğim öykü oldu aynı zamanda.<br />
<br />
Öyküler hakkında kısa kısa notlar almıştım okurken fakat biraz önce baktığımda yetersiz olduklarını gördüm ve paylaşmamaya karar verdim. Genel bir yorum yapacak olursam eğer, çeşitli duyguları bir arada yaşadığımız öyküler bir arada. Birçoğunun ortak noktası, zamanın Rusya'sında bir hayli fazla kişinin kiracı kimliğinde bulunması ve her ay para ödeyerek belli bir metrekare içerisinde barınmasından ileri geliyor.<br />
<br />
Dostoyevski'nin sürgün öncesinde kaleme aldığı öyküleri okuyarak günümüzün bu en değerli yazarlarından birinin öykü sanatında da ne kadar başarılı olduğunu gözlemlemek iyi olacaktır.Bahri Doğukan Şahinhttp://www.blogger.com/profile/09728025496899422257noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3331143547493408201.post-27163027118691459402014-11-21T23:45:00.001+02:002014-11-21T23:45:31.007+02:00İkiz - Fyodor Mihailoviç Dostoyevski<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg6_KeaqLX3buKwG8MyOS_3nX_P70ayGcdkEVpmL1v37-o_xMSQAUAHjpzlP1AyDVhyjfBavThhaFS25VbPcCIF0Ki55kQx0CN2NwNQjk7iSwZSwEg5BuAaiZQ8V5cdllOXPeCKY2xmZ6aJ/s1600/ikiz-fyodor-dostoyevski.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg6_KeaqLX3buKwG8MyOS_3nX_P70ayGcdkEVpmL1v37-o_xMSQAUAHjpzlP1AyDVhyjfBavThhaFS25VbPcCIF0Ki55kQx0CN2NwNQjk7iSwZSwEg5BuAaiZQ8V5cdllOXPeCKY2xmZ6aJ/s1600/ikiz-fyodor-dostoyevski.jpg" height="320" width="240" /></a></div>
<br />
<blockquote class="tr_bq">
<i>"İşte baylar, benim ilkem: Başaramazsam güçlenirim, başarırsam tutunurum ve hiçbir koşulda sinsilik yapmam. Entrikacı değilim ve bununla gurur duyuyorum."</i> <b>Bay Golyadkin.</b></blockquote>
Dostoyevski'nin ikinci romanı "İkiz". Yani henüz gençlik eserlerinden. Bu romanı yazdığında henüz kendi ülkesinde bile bir üne kavuşmuş değildi. Türkiye'de daha önce "Öteki" ve "Öteki Ben" adlarıyla yayınlanan eser, Can Yayınları tarafından "İkiz" adıyla çevrilmiş. Sabri Gürses'in çevirilerini beğenen biri olaraktan, ben de bu versiyonunu okumayı tercih ettim.<br />
<br />
Uzunca bir önsöz yazmış Sabri Gürses ve neden bu isimle çevirdiğini açıklamaya çalışmış. Şahsen ben haklı buldum. Fakat bu versiyondan okumak isteyen kişilere kitabı bitirdikten sonra önsözü okumalarını salık veririm. Ben de öyle yaptım. Çünkü önsözde epey bir spoiler bulunmakta.<br />
<br />
Kitap hakkındaki yorumlarıma gelecek olursam eğer. (Hafif spoiler.)<br />
<br />
Kısaca, başarılı bir Dostoyevski romanı olduğunu söyleyebilirim fakat peşinen de eklerim: okumayı becerebilenler için. Peki bu ne demek tam olarak? Akıcı ve sürükleyici bir yanı yok bence fakat şizofrenik bir birey olan Bay Golyadkin'in bölünmüş kişiliğini ustaca anlatmış Dostoyevski. Özellikle karakterler arası diyaloglarda bunu gözlemek mümkün.<br />
<br />
Bir gün dışarıda "ikiz"ine rastlayan Bay Golyadkin, kendisinin yerine geçip, hayatını ve iş düzenini mahveden bu ikinci kişiliğine karşı bir savaş verecektir öykünün sonuna dek. Bay Küçük Golyadkin ve Bay Büyük Golyadkin merkezli bu roman, 1840'lı yıllarda geçiyor.<br />
<br />
Dostoyevski'nin bir insanın iç dünyasını anlatmakta ne kadar başarılı olduğunu görmek için okunmalı.Bahri Doğukan Şahinhttp://www.blogger.com/profile/09728025496899422257noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3331143547493408201.post-82107527272570075162014-10-24T01:51:00.001+03:002014-10-24T01:51:28.406+03:00Orange is the New Black (2. Sezon)<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEivILsUXgtMX3_EM8DAh1EGvlHQZxgxFhoNfURfp7eAPbocTaGkpkNogny3q5JrjJWQ-_r6eVtZOuueGfsP5M2jIT6nxpbD4ryawAnvXku7WLDVRCje04y6okCYosmv7J3y2gbT3vGYnLrW/s1600/Orange-Is-The-New-Black-seazon-2-ikinci-sezon.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEivILsUXgtMX3_EM8DAh1EGvlHQZxgxFhoNfURfp7eAPbocTaGkpkNogny3q5JrjJWQ-_r6eVtZOuueGfsP5M2jIT6nxpbD4ryawAnvXku7WLDVRCje04y6okCYosmv7J3y2gbT3vGYnLrW/s1600/Orange-Is-The-New-Black-seazon-2-ikinci-sezon.png" height="180" width="320" /></a></div>
<br />
İkinci sezonu da izleyip bitirdim, şimdi üçüncü sezonu bekleyenler kervanına katılabilirim.<br />
<br />
Dizinin
ikinci sezonu da tıpkı ilki gibi yine 13 bölümden oluşuyor. Yine her
bölümde farklı bir karakterin hapishaneden önceki hayatına odaklanıyor
ve kalan sürede de Piper'ın macerasını izlemeye devam ediyoruz.<br />
<br />
İlk
bölümde Piper tahliye için başka bir hapishaneye naklediliyor ve bu
sayede farklı bir hapishene ortamına daha şahit oluyoruz. Ama tabii ki
Piper gibi biz de eski hapishane ortamını özlüyoruz. Tahliye Alex'e
yarıyor, o salıveriliyor fakat Piper yeniden eski hapishenesine
gönderiliyor. Sevgilisiyle de ayrılan Piper, çok daha zor günler
geçirmeye başlıyor. Sevgilisinin, en yakın kız arkadaşı Polly ile
birlikte olmaları ise Piper için son nokta oluyor.<br />
<br />
İkinci sezonun
en önemli olaylarından biri ise hiç kuşkusuz, haspihanenin eski
dönemlerinde en çok korkulan isim olan Vee'nin tekrar hapisheneye
girmesi ve siyahlar ile beyazların arasının açılmasında başrol
oynamasıdır. Sigara ve uyuşturucu ticareti ile kısa sürede hapishenede
en çok korkulan ve saygı duyulan biri hale gelecektir tekrardan. Fakat
sezon finalinde tam kaçtığı sırada araba çarpmasına (çarpan kaçak mahkum
bilinçli olarak yaptı) üzüldüm. Umarım ölmemiştir de tekrar izleyebilme
fırsatı buluruz üçüncü sezonda.<br />
<br />
Red'in mutfağı kaybetmesi ve
işin başına Latin kadınların geçmesi de yine bahsedilmesi gereken bir
konu zira bu değişim hapishane dengelerini iyiden iyiye değiştirdi. Eski
gücünü kaybeden Red, küllerinden yeniden doğmak için Altın Kadınlar'la
planlar yapacaktır.<br />
<br />
Hapishane yönetiminde de çalkalanmalar
meydana gelecektir. Natalie'nin yaptığı yolsuzlukları gün yüzüne çıkaran
Piper sayesinde Joe Caputo başa gelecektir ve buna istinaden de
Piper'ın başka bir hapishaneye transferi engellenecektir.<br />
<br />
Harika
bir karakter değişimine sahne olduğumuz Sam Healy ise mahkumlar için
"Güvenli Bir Yer" adında bir etkinlik düzenler. İlk zamanlarda olumlu
sonuç verse de, zamanla katılımın sıfıra indiği için büyük bir hayal
kırıklığına uğrar. Sevdiği kadının değişiminde önemli bir rol oynadığı
Healy'i oynayan Michael Harney bir tebriği hak ediyor. Harney haricinde
çok iyi bir oyunculuk daha var dizide, hatta en iyisi olmaya bile aday:
Uzo Aduba'nın canlandırdığı Suzanne 'Crazy Eyes' Warren karakterini
izlemek oldukça keyifli.<br />
<br />
Aslında söylenecek daha bir sürü şey var fakat daha fazla uzatmayayım.<br />
<br />
Orange is the New Black'i izlemenizi öneririm. Tabii önce kitabı da okuyabilirsiniz.Bahri Doğukan Şahinhttp://www.blogger.com/profile/09728025496899422257noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3331143547493408201.post-23694355590232029452014-10-18T16:45:00.004+03:002014-10-18T16:45:44.160+03:00Dexter (7. Sezon)<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj1xjsXzD_t3xprUF-S3-ph_ENYPyR4n9H7BqONKPMjfW9olgzdmqGDYAA1ASIt8JwBFWHfHNZnYuVGSJnO8v8OQqd3MLa1RR8qFIuEEu9sBVk4TvZciXmS45_NKXeEM7uFV6vPOUA6FaYV/s1600/dexter-sezon-yedi-yedinci-sezon.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj1xjsXzD_t3xprUF-S3-ph_ENYPyR4n9H7BqONKPMjfW9olgzdmqGDYAA1ASIt8JwBFWHfHNZnYuVGSJnO8v8OQqd3MLa1RR8qFIuEEu9sBVk4TvZciXmS45_NKXeEM7uFV6vPOUA6FaYV/s1600/dexter-sezon-yedi-yedinci-sezon.jpg" height="320" width="225" /></a></div>
<br />
Henüz izlemediyseniz okumanız tavsiye edilmez. (7.sezon)<br />
<br />
Kısaca söylemek gerekirse: En sevdiğim Dexter sezonu kesinlikle 7.sezon oldu.<br />
<br />
Birkaç hafta oluyor sezonu bitireli. Bitirdikten hemen sonra sıcağı sıcağına bir yorum yazsaydım daha iyi olabilirdi tabii ki fakat yine de sezonun önemli olaylarını unutmuş değilim.<br />
<br />
Hep merak ediyordum, Debra ağbisi Dexter'ın bir seri katil olduğunu öğrendiğinde ne tepki verecekti? Bu gerçeği bilerek onunla nasıl yaşayacaktı? Yoksa kabullenmeyip onu adalete teslim mi edecekti? İşte bu sezonda bu çok merak ettiğim sorularıma cevaplar buldum ve kesinlikle de tatmin oldum.<br />
<br />
Debra'nın 6. sezonda Dexter'a aşık olmasını ilk başlarda garipsemiştim fakat daha sonra "neden olmasın?" diye sordum kendime ve olmaması için herhangi bir mantıklı cevap bulamadım. Aşk bu, ne zaman ve nasıl olacağı belli olmaz. Kime olacağıysa asla. Nitekim bu gerçeği kabullendikten sonra 7. sezondaki senaryo çok daha tutarlı bir hale geliyor.<br />
<br />
Bu sezonu en sevdiğim sezon ilan etmemin başında elbette ki Hannah McKay geliyor. Yvonne Strahovski'nin oynadığı karakter oldukça çekiciydi. Dexter'la olan ilişkileri biraz hastalıklı başlasa da, zamanla düzene gireceğini düşünüyordum. Fakat finale doğru işler hiç de umduğum gibi gitmedi ve Debra ile Hannah'ın aralarının açık olması sebebi ile, Dexter tam olarak istediğini elde edememiş oldu. Oysa ki onları mutlu olarak görmek bir seyirci olarak beni sevindirirdi.<br />
<br />
Hannah'ın yanı sıra bir karakter daha vardı bu sezona güç veren ve keyifle izlememi sağlayan: Isaak Sirko. Çok sağlam bir karakter yaratmış senaristler lakin çok da çabuk harcadılar. Sadece dokuz bölümde izleyebildik kendisini ama diziye bıraktığı iz büyüktür kanımca. Ölmesine yakın gay olduğunu öğrenip bir şok yaşasak da, karakteri itibarıyla birçok Dexter izleyicisinin kalbinde taht kurmuş bulunmakta. Özellikle ölmeden önceki Dexter'la olan son diyalogları mükkemmeldi, çok doğru tespitlerde bulundu ve fikirleri ile beni etkiledi.<br />
<br />
Sezonun en önemli olaylarından biri ise hiç şüphesiz Maria LaGuerta'nın ölümü idi. Geçen sezonda kilise enkazında bulduğu kan lamınının peşini bırakmayan ve bu sezon boyunca da bunun izini sürerek Dexter'ın Liman Koyu Kasabı olduğunu ve aslında Doakes'un suçsuz yere öldüğünü kanıtlamaya çalışan LaGuerta'yı finalde çok acı bir sürpriz bekliyordu... Aslında onu değil, tüm izleyicileri. Kardeşi ve aynı zamanda aşık olduğu adam konumundaki Dexter'ı korumak adına Maria'yı kendi silahıyla vuran Debra, inanıyorum ki bunu çok kolay atlatamayacak. Dexter yüzünden sürekli bir düşüş yaşayan Debra kelimenin tam anlamıyla dibe vurmuş durumda. Bu sebepten dolayı 8. sezonda nasıl bir ruh hali içerisinde olacağını şimdiden merak etmeye başladım.<br />
<br />
Sezonun en etkileyici sahnesi benim için sezon finalinin son üç dakikası idi. Dexter ve Debra'nın arka arkaya yürüdükleri ve içlerinde fırtınalar koptuğu halde dışlarına hiçbir şey yansıtmadan partiye katılmaları beni çok etkiledi. Zaman zaman açıp izliyorum hatta o son sahneyi.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://darklydexter.com/wp-content/uploads/2012/12/episode11quotesed1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://darklydexter.com/wp-content/uploads/2012/12/episode11quotesed1.jpg" height="180" width="320" /></a></div>
<br />
Parti demişken, Angel'in emekli olduğunu ve kendisine bir mekan açtığını da belirtmek gerek. Artık bu işlerden elini eteğini çeken Angel Batista'nın son sezonda mesleğe döneceğiyle ilgili bir his var içimde. Bekleyip göreceğim. Açıkçası onsuz ekip eksik kalır.<br />
<br />
Tüm bu olaylara nazaran nispeten daha önemsiz bir şey daha yaşandı, o da şuydu: Louis'in ölümü. Geçen sezondan itibaren Dexter'a musallat olan ve gün geçtikçe sınırlarını zorlayan Louis'in gidici olduğunu anlamıştık az çok fakat bunun Dexter'ın elinden değil de, Isaak Sirko ve adamlarının elinden olması şaşırtıcı idi. Ama nihayetinde öldü ve Dexter da rahat bir nefes almış oldu.<br />
<br />
Son olarak, Quinn'in bu sezondaki birçok davranışını tasvip etmiyor ve yeni sezonda düzelmesini, en azından eski klasik Quinn olmasını temenni ediyorum. Masuka için bir eleştirim yok, o herzamanki gibi neşeli ve senaryo gereği zaman zaman izleyiciyi de neşelendirmeyi beceriyor.<br />
<br />
Artık önümde tek bir sezon kaldı, sonra Dexter yok... Şimdiden üzülmeye başladım. Hem zaten son sezon için en kötüsü diyorlar, finali ise felaketmiş. Ama bilmiyorum, izleyip karar vereceğim elbette fakat en azından birkaç ay daha izlemeyi düşünmüyorum.Bahri Doğukan Şahinhttp://www.blogger.com/profile/09728025496899422257noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3331143547493408201.post-48831747530163738972014-09-30T03:18:00.000+03:002014-09-30T03:18:14.147+03:00Kara Kedinin Gölgesi - Yekta Kopan<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEir9_-NubHgHTONU5-Q8d7KxPlTu8YAKasm9E3kIy-KXPNsf5YXKQ1hrzOJaDuoz3IjFITaI9U3W1bqPf1FEpPK6EcWp0TV-DFUfdz1rjIRLsEu6gP8cUB8AdzCe-2fA1mYDl5RqB_sR4RU/s1600/kara-kedinin-golgesi-yekta-kopan.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEir9_-NubHgHTONU5-Q8d7KxPlTu8YAKasm9E3kIy-KXPNsf5YXKQ1hrzOJaDuoz3IjFITaI9U3W1bqPf1FEpPK6EcWp0TV-DFUfdz1rjIRLsEu6gP8cUB8AdzCe-2fA1mYDl5RqB_sR4RU/s1600/kara-kedinin-golgesi-yekta-kopan.jpg" height="320" width="240" /></a></div>
<br />
Kara Kedinin Gölgesi'ni de okuyarak Yekta Kopan'ın öykülerinin de tadına bakmış oldum böylece. 26 adet öykü bulunuyor bu kitapta, her öykü de ortalama ikişer sayfa. Anlayacağınız, hepsi birer mini öykü. Oldukça naif bir dille yazılmış hepsi. Ara ara şiirsel cümleler bile mevcut.<br />
<br />
Öyle çok da derinden etkileyen öyküler olmadı beni fakat her birini okurken oldukça keyifli dakikalar yaşadığımı itiraf etmeliyim. Yekta Kopan'ın güçlü bir öykücü olduğuna da şahit oldum ve kendisini biraz daha sevdim.<br />
<br />
Romanlardan bunaldıysanız eğer, bu akıcı öykülerle birkaç saatinizi şenlendirebilirsiniz siz de.<br />
<blockquote class="tr_bq">
<br />
"İçimdeki vahşi batıda... bir sorun vardı ve ancak sen çözebilirdin. Sorunum, senin bu sorunu çözmek için hangi kimliği seçeceğini bilmememdi. Sen, ruhumu avucunun içi gibi bilen bir şerif gibi davranmaktansa kasabaya gelen gizemli yabancı olmayı yeğledin."</blockquote>
Bahri Doğukan Şahinhttp://www.blogger.com/profile/09728025496899422257noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3331143547493408201.post-68343176691746017532014-09-29T17:43:00.001+03:002014-09-29T18:03:28.311+03:00Aile Çay Bahçesi - Yekta Kopan<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgydhJBO-DMsW-71czjA5d783ewAyru9-hDUkUvrZDSZ-TXCsnUd7EGNS7VUeRwjSOFz0BjrR8kmVXzir-_vUpOBQe79T-pNX4UVaImfWQakTyd8T8W3QPPz2hck_3fTdlAGLUAXvvyYUX_/s1600/aile-cay-bahcesi-yekta-kopan.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgydhJBO-DMsW-71czjA5d783ewAyru9-hDUkUvrZDSZ-TXCsnUd7EGNS7VUeRwjSOFz0BjrR8kmVXzir-_vUpOBQe79T-pNX4UVaImfWQakTyd8T8W3QPPz2hck_3fTdlAGLUAXvvyYUX_/s1600/aile-cay-bahcesi-yekta-kopan.jpg" height="320" width="240" /></a></div>
<br />
Yıllardır takip ettiğim ve kültür&sanat alanındaki birikimine hayran olduğum Yekta Kopan'ı ilk kez okudum. Yayınlanan son kitabı ile başladım ama asla son olmayacak. Hatta hiç vakit kaybetmeden Kara Kedinin Gölgesi adlı öykü kitabına başladım bile. Bu romanı çok sevmiş olsam da, nedense içimde Yekta Kopan'ın öykülerini daha çok seveceğime dair bir his var. Öykülerini de okudukça değerlendireceğim elbette fakat ilk önce bu kitaba dair bir şeyler söylemek gerek:<br />
<br />
Aile Çay Bahçesi oldukça yalın bir dille yazılmış, etkileyici bir aile portresi sunuyor okura. Ucu açık biten romanlar bana göre başarılı bir sonla bitmiş demektir, aynı zamanda da yazarın cesur olduğunun kanıtıdır. İşbu sebeple ben bu kitabı sevdiğimi rahatlıkla söyleyebilirim.<br />
<br />
Müzeyyen'in gözünden anlatılıyor her şey. Farklı zaman sıçramalarına gidip geliyoruz kitap boyunca, hayat hikayesi sıralı bir şekilde anlatılmıyor yani. Müzeyyen, bir kız kardeşi olacağını öğrendiğinde dünyası başına yıkılır. O çocuk aklıyla bu duruma çeşitli açıklamalar getirmeye çalışır. Acaba anne ve babası ondan sıkılmışlar mıdır? Onunla ilgilenmeyi ikinci plana atmayı mı düşünüyorlardır? Aslında hiçbiri, onlar sadece aile bağlarını belki daha da güçlendireceğine inandıkları bir çocuk istemektedirler. O çocuğun, aileyi yıkıma sürükleyeceğini nereden bilebilirlerdi ki?<br />
<br />
Kimse bilemezdi elbette fakat Müzeyyen'in içine doğmuş olacak ki, hiçbir zaman bir kardeşi olmasını istemedi. Çiğdem doğduğunda her şeyin kötüye gideceğini düşünüyordu ve aslında tahminlerinde de başarılı oldu denebilir. Annesinin ölümüne sebebiyet veren Çiğdem, Müzeyyen'den hiçbir zaman bir şefkat belirtisi görmeden büyüdü. Babaları ise zaten uçuk bir adamın tekiydi ve kadınlarla haşır neşir olmaktan çocuklarına vakit ayırmak aklına bile gelmemişti.<br />
<br />
Müzeyyen'in babasını öldürmesine ben aslında pek şaşırmadım, bekliyordum böyle bir şey. Fakat yine de üzüldüm. Ve kitap ucu açık bitti demiştim, işte eğer birkaç satır daha devam etseydi kitap, işte o zaman Çiğdem'in de, Müzeyyen tarafından o kayalıklardan aşağı atıldığını okumuş olabilirdik. En azından benim tahminim bu yönde, ilk bölümden itibaren hem de.<br />
<br />
Kitapta güzel aforizmalar da mevcuttu. Yekta Kopan'ın duru Türkçesiyle oldukça hoş bir okumalık oldu benim için. Hüzün dolu bir aile trajedisi okumak isteyenlere önerimdir.<br />
<br />
<b>Alıntılar:</b><br />
<blockquote class="tr_bq">
"Korkularımızla öldürüyoruz zamanı."<br /><br />"İnsan değil bizim adımız; yalancı, katil, ikiyüzlü, rezil..."<br /><br />"O, tadına doyum olmaz bir şiirdi, ben taslak halinde bir roman."<br /><br />"İnsan rüyasında bile unutmamalı kim olduğunu."<br /><br />"Bir hatayı başka bir hatayla örterek geçecekti ömrüm. Pentimento. Yine pentimento. Hamlet avuçlayacaktı Yorick'in kafatasını, Turgut fısıldayacaktı Olric'e, "Ne kadar kazısam hep pentimento Olric!" </blockquote>
Bahri Doğukan Şahinhttp://www.blogger.com/profile/09728025496899422257noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3331143547493408201.post-38059705538674584702014-09-16T01:35:00.004+03:002014-09-16T01:35:41.453+03:00Kırmızı Pazartesi - Gabriel Garcia Marquez<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgbCF5UrdhFMZaaF6fbvYBAH1YUXAwxzACLfOuNQYj0RU6Bho4F2LY0PW2zzJTf_ZXQusZrjW8s2MqNDpbZKwNivpr_GUdAP_jSij48V_FPedAVMF9s_7eOv-8-Nj7xWIelIdkHbuZNC3aG/s1600/kirmizi-pazartesi-gabriel-garcia-marquez.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgbCF5UrdhFMZaaF6fbvYBAH1YUXAwxzACLfOuNQYj0RU6Bho4F2LY0PW2zzJTf_ZXQusZrjW8s2MqNDpbZKwNivpr_GUdAP_jSij48V_FPedAVMF9s_7eOv-8-Nj7xWIelIdkHbuZNC3aG/s1600/kirmizi-pazartesi-gabriel-garcia-marquez.jpg" height="320" width="240" /></a></div>
<br />
<div style="text-align: center;">
<i>"Kader bizleri görünmez kılar."</i></div>
<br />
Uzun zamandır okumayı planladığım Gabriel Garcia Marquez'e Kırmızı Pazartesi ile başladım. Aslında hedefim ilk olarak Yüzyıllık Yalnızlık'ı okumaktı, son andaki karar değişikliği ile tercihimi bu kitaptan yana kullandım. Yazarın başyapıtını okumadan önce en azından ince bir kitabını okuyup diline hakim olmak güzel bir karardı sanırım çünkü Kırmızı Pazartesi'yi okumuş olmaktan oldukça hoşnutum.<br />
<br />
İşleneceğini herkesin bildiği lakin engellemek için hiçbir şey yapılmayan bir cinayetin öyküsünü anlatmış bizlere Marquez. Santiago Nasar adlı karakterin öleceğini daha ilk cümleden itibaren biliyoruz yani. Sonunu bildiğimiz bir kitabı okumak ne kadar sıkıcı ise, Marquez'in kaleminden çıkan sonunu bildiğimiz bir kitabı okumak da işte o kadar sürükleyici. Daha yazardan okuduğum ilk kitap olmasına rağmen, "Marquez farkı"nı anlamam uzun sürmedi.<br />
<br />
Pablo ve Pedro Vicariao adlı iki ikiz kardeş, kız kardeşleri Angela Vicario'nun ağzından çıkan kelimelere istinaden, namus meselesi dolayısıyla Santiago Nasar'ı öldürme kararı alıyorlar ve bunu da öyle kapalı kapılar ardında, sinsice değil, ellerinden geldiğince karşılarına çıkan kişilere bildirerek yapıyorlar. Zaten kitabı ilginç bir noktaya taşıyan da bu: Herkes cinayetin işleneceğini biliyor fakat engellemeye dair pek de kayda değer bir şey yapılmıyor. Yani Santiago Nasar pisi pisine ölüyor.<br />
<br />
Marquez işte burada, müthiş bir toplum psikolojisi analizi yapıyor. Bir toplumun anatomisini inceliyor ve bunu da ustalıkla yapıyor elbette. Zaten Nobel Ödüllü bir yazar kendisi fakat şu an için aldığı ödülü hak edip etmediğine dair bir yorum yapamam, Yüzyıllık Yalnızlık ve Kolera Günlerinde Aşk gibi başyapıtlarını okuduktan sonra anca.<br />
<br />
Kolombiyalı büyük yazar Gabriel Garcia Marquez'in geç de olsa tadına bakmış bulunmaktayım. Eğer sizin de okumak gibi bir düşünceniz varsa, Kırmızı Pazartesi'yi rahatlıkla önerebilirim.Bahri Doğukan Şahinhttp://www.blogger.com/profile/09728025496899422257noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3331143547493408201.post-16338363851448617572014-09-16T00:32:00.001+03:002014-09-16T00:32:40.788+03:00Martı Jonathan Livingston - Richard Bach<div class="separator tr_bq" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhSDNPSBOfmDIPz9zoE11gq_gVEOoRx8YYtm42S01oKQKQzLytUsK2LXnjl384QwfAUxRyjkzuoPWN71SmIrtDyE-h8uCWaeJ-k9taAzkC73C-Fd6zDha6jZs-x0dgkJTe6kbwA6YMgwpAV/s1600/marti-jonathan-livingston-richard-bach.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhSDNPSBOfmDIPz9zoE11gq_gVEOoRx8YYtm42S01oKQKQzLytUsK2LXnjl384QwfAUxRyjkzuoPWN71SmIrtDyE-h8uCWaeJ-k9taAzkC73C-Fd6zDha6jZs-x0dgkJTe6kbwA6YMgwpAV/s1600/marti-jonathan-livingston-richard-bach.jpg" height="320" width="243" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
Birçok yerde rastladığım ve hakkında övgü dolu sözler okuduğum bu kitabı sonunda ben de okumuş bulunuyorum. Yarısından fazlası fotoğraflarla dolu, 36 sayfalık kısa bir öykü "Martı Jonathan Livingston".<br />
<br />
Epsilon Yayınevi aracılığı ile dilimizde okuma fırsatı bulduğumuz Richard Bach'in bu kısa ama etkili eseri, Jonathan Livingston adındaki bir martının yaşamına odaklanıyor. Diğer martılardan çok farklı bir kimyaya sahip olan Jonathan, belirli sınırlar içerisinde yaşamayı reddediyor ve uçma tutkunu bir kuş olarak özgürlüğe kanat çırpıyor. Her daim öğrenmeye aç olan Jonathan, sırf bu yüzden sürüden bile kovuluyor. Ama o, yılmadan, hedeflerine doğru devam ediyor...<br />
<br />
Yazar, tüm mesajlarını bir martı üzerinden aktarmaya çalışmış okurlara ve başarılı da olmuş. Sınırlarımızı aşmak ve hayallerimizi gerçekleştirerek başarıya ulaşmak ana temasına sahip, okuması keyifli bir öykü. Fakat yine de, çok fazla abartmamak gerek tabii.<br />
<br />
<b>Alıntılar:</b><br />
<br />
<blockquote class="tr_bq">
"Cehaletimizi kırabiliriz, becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekamızı kullanarak kendimizi bulabilir, kendimiz olabiliriz. En önemlisi, özgür olabiliriz! Uçmayı öğrenebiliriz!"</blockquote>
<blockquote class="tr_bq">
...Çünkü rakamlar sınırları belirler; iyinin, mükemmelin sınırları yoktur."</blockquote>
<blockquote>
"Eğer ne yaptığını iyi biliyorsan her zaman başarırsın. Başarmak için ne yaptığını bilmek gerek."</blockquote>
"Düşüncelerinizin zincirlerinden kurtulun, bedenlerinizin zincirlerini kırın."<br />
<blockquote>
</blockquote>
"En doğru yasa bizi özgürlüğe götürecek olandır. Başka hiçbir şey değil."<br />
<br />
"Sınırlarımızı sırayla ve büyük bir sabırla aşmaya çalışmalıyız."Bahri Doğukan Şahinhttp://www.blogger.com/profile/09728025496899422257noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3331143547493408201.post-51303465749272974262014-09-16T00:02:00.001+03:002014-09-16T00:35:28.482+03:00Marx - Corinne Maier / Anne Simon<div class="separator tr_bq" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgyBu9_-rRCqsKclcn4_i5AfpyB2bK_eoYC8SSAw_mKcb5yXKxPWtfhrco7qBcyYIyeYZAGdSbov1bkQ310AloQ5COkvBli31W_-5MnU7g8JBXl-Bf8Xfzz4eSoo8X0pCds2wjd1pJb9AC3/s1600/karl-marx-esen-kitap.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgyBu9_-rRCqsKclcn4_i5AfpyB2bK_eoYC8SSAw_mKcb5yXKxPWtfhrco7qBcyYIyeYZAGdSbov1bkQ310AloQ5COkvBli31W_-5MnU7g8JBXl-Bf8Xfzz4eSoo8X0pCds2wjd1pJb9AC3/s1600/karl-marx-esen-kitap.jpg" height="320" width="240" /></a></div>
<br />
<blockquote class="tr_bq">
<i>Benim adım Karl Marx. Kimileri bana şeytan dedi, zira kapitalist düzeni yıkmaya çalıştım. Sizin kriziniz, benim yaşadığım krize benziyor. Öyleyse tek çare: Devrim.</i></blockquote>
<br />
Yine bir Corinne Maier ile Anne Simon işbirliği daha. Yine Esen Kitap ve yine bir biyografik çizgi roman.<br />
<br />
Öyle zannediyorum ki, Karl Marx'ı tanımayanınız yoktur. Fakat ne kadar tanıyorsunuz, işte burası önemli. Tıpkı Sigmund Freud'da olduğu gibi, Karl Marx hakkında bildiklerim de iki elin parmaklarını geçmezdi. Fakat bu incecik şahane eser ile Marx hakkında o kadar çok şey öğrendim ki. İnternetten araştırma yapsam saatler sürerdi ve bir dolu metin okumam gerekirdi, oysa ki bu biyografik çizgi romanı yarım saat gibi bir sürede okuyup Karl Marx'ı çok yakından tanımış oldum.<br />
<br />
Azmine ve cesaretine hayran kaldım bu adamın. Orjinal fikirleri ile dünyanın birçok yerinde dur durak bilmeden önemli çalışmalara imza atan Marx, günümüzde dahi devrimin simgelerinden biridir. Görüşleri size tamamen ters bile olabilir, ama bu Karl Marx'ı tanımamanız için engel değil. Bunun için de "Marx"ı okumanız yeterli.<br />
<br />
<b>Alıntılar:</b><br />
<br />
<blockquote>
"Tüm sorunlarımın temeli kapitalizmdir." </blockquote>
<blockquote>
"Ben bir bilim kurmaya çalıştım, bir tarikat değil." </blockquote>
<blockquote>
"İktidar, bir sınıf tarafından bir başka sınıfı ezmek için kurulmuştur." </blockquote>
<blockquote>
"Mücadelenin sonu, tarihin de sonudur." </blockquote>
<blockquote>
"Mücadele eden kazanır!"</blockquote>
Bahri Doğukan Şahinhttp://www.blogger.com/profile/09728025496899422257noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3331143547493408201.post-44870640201791206212014-09-16T00:01:00.001+03:002014-09-16T00:36:43.646+03:00Freud - Corinne Maier / Anne Simon<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgAa9sKuaHESWHQ5-q64N0KbISF7OxfNuWssb5exWCaQkN0nIFLmuwlgYKA9LHqw0cMV_-Sc7IxqZfh86_Su3gCXa_1B0fXPea7WPVFg_xFDyd3AVwO5_GwH0v-OW5mV-PYdTNwrGzNHXpJ/s1600/sigmund-freud-esen-kitap.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgAa9sKuaHESWHQ5-q64N0KbISF7OxfNuWssb5exWCaQkN0nIFLmuwlgYKA9LHqw0cMV_-Sc7IxqZfh86_Su3gCXa_1B0fXPea7WPVFg_xFDyd3AVwO5_GwH0v-OW5mV-PYdTNwrGzNHXpJ/s1600/sigmund-freud-esen-kitap.jpg" height="320" width="240" /></a></div>
<br />
<blockquote class="tr_bq">
<i>Adım Sigmund Freud. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun küçük bir şehrinde doğdum, Viyana'da yaşadım ve 1939 yılında Londra'da öldüm. Ancak gerçekten ölmüş sayılmam...</i></blockquote>
<br />
Corinne Maier tarafından yazılıp, Anne Simon tarafından çizilen "Freud"u, Esen Kitap dilimize kazandırmış, ne de iyi etmiş. Yayınevinin biyografik çizgi roman kategorisinde yer alan bu eser, bizlere psikanalizin kurucusu Sigmund Freud'un hayatını anlatıyor.<br />
<br />
Son derece şahane çizimlerle ve bu kadar az sayfa ile o kadar çok şey anlatılmış ki, bitirdikten sonra bir roman okumuş hissiyatına bürünüyorsunuz adeta. Yazar ve çizerin ustalıkları daha ilk sayfadan anlaşılıyor, tebrik etmek gerek ikisini de.<br />
<br />
Eğer siz de Sigmund Freud kimdir, necidir diye merak edenlerdenseniz veyahut tanıyor fakat benim gibi hakkında çok az şey biliyorsanız, kronolojik olarak hayatını öğrenmek için bu eseri okuyup fazlasıyla bilgi sahibi olabilirsiniz.<br />
<br />
<b>Alıntılar:</b><br />
<blockquote>
"Psikanaliz, gömülü kalıntıları bulup yeryüzüne çıkarmaktır." </blockquote>
<blockquote>
"Unutulmuş anılar, kaybolmamıştır."</blockquote>
<blockquote>
</blockquote>
"Benim vaat edilmiş toprağım, insan bilincidir."<br />
<blockquote>
</blockquote>
"Tüm hayatım boyunca insan aklının gizemini çözmeye çalıştım."<br />
<blockquote>
</blockquote>
<blockquote>
"İnsan doğası mutlu olmaya elverişli değildir."</blockquote>
"İnsan, yakınındakine saldırmaya, onu sömürmeye, yağmalamaya, tecavüz etmeye ve öldürmeye meyillidir."Bahri Doğukan Şahinhttp://www.blogger.com/profile/09728025496899422257noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3331143547493408201.post-84703887321029270182014-09-16T00:00:00.002+03:002014-09-27T22:53:48.514+03:00Fahrenheit 451 - Ray Bradbury / Tim Hamilton<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgW-6jhoD_BXnKxp_9tEmJGFcCLP2eIpVJIKvA1zU4rwl5UmzCdz1rxAKSRd8ZWxVxv5oH7Uns8oTAdO79-nTVuqARGR-9hYP888kp1rJLF6OoUnDGwp_PVJdLpVI86ybB9G6jF3YHS0lck/s1600/fahrenheit-451-cizgi-roman-ray-bradbury.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgW-6jhoD_BXnKxp_9tEmJGFcCLP2eIpVJIKvA1zU4rwl5UmzCdz1rxAKSRd8ZWxVxv5oH7Uns8oTAdO79-nTVuqARGR-9hYP888kp1rJLF6OoUnDGwp_PVJdLpVI86ybB9G6jF3YHS0lck/s1600/fahrenheit-451-cizgi-roman-ray-bradbury.jpg" height="320" width="240" /></a></div>
<br />
<br />
Bir distopya okuru olarak Ray Bradbury'nin başyapıtını bir de çizgi roman versiyonuyla okumak istedim.<br />
<div>
<br /></div>
<div>
Ray Bradbury ve Tim Hamilton işbirliğinde hazırlanan, Epsilon Yayınevi'nden çıkan bu çizgi roman uzun zamandır ona dokunmamı ve gözlerimi üzerinde gezdirmemi hissetmeyi bekliyordu. Sonunda bu çağrısına kulak verdim ve bir çırpıda olmasa da, okuyup bitirdim.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Bir çırpıda okuyamadım çünkü çizimlerini beğenmedim. Ve çizim unsuru da bir çizgi roman için çok önemlidir. Nasıl ki bir romana ısınamama sebebi yazarın dili, konunun yetersizliği gibi nedenler olabiliyorsa, bir çizgi romana ısınamama sebebi de pek tabii çizimleri olabilir. Tim Hamilton'ın çizimleri açıkçası biraz soğuttu beni.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Bitirdikten sonra çıkardığım sonuç ise şuydu: Ray Bradbury ne kadar usta bir hikaye anlatıcısı ise, işte o kadar acemi bir çizgi romancıdır. Bu eserdeki tüm baloncukların sahibi olan Bradbury, kitabındaki o enfes havayı çizgi romana taşıyamamış ne yazık ki.<br />
<br />
Kitabını okurken adeta ürkmüştüm ve bitirdiğimde ise birden fazla konuda daha fazla bilinç sahibi olmuştum. Kitapları yakmak... Korkutucu. Böyle bir geleceğin gerçekleşmesinden korkan Bradbury'nin bizleri uyarmak için kaleme aldığı bu başyapıt okuru derinden sarsıyor. Fakat işte çizgi roman bunu pek başaramıyor...</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Sonuç olarak, kesinlikle zaman kaybı olmadığını belirtebilirim ve Bradbury okurlarının da okumalarını salık veririm.<br />
<br />
<b>Alıntılar:</b></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<blockquote>
"Çok okumuş bir adamın hedefinin kim olacağını kim bilebilir ki?" </blockquote>
<blockquote>
"Mutlu olmamıza yetecek her şeyimiz vardı ama mutlu değildik." </blockquote>
<blockquote>
"Bazı şeylerle yüzleşmek, onlardan kaçmak ve eğlenmek en iyisidir." </blockquote>
<blockquote>
"Bilgi, güçten daha kuvvetlidir." </blockquote>
<blockquote>
"Hepimiz tarih ve edebiyatın birer parçalarıyız."</blockquote>
</div>
Bahri Doğukan Şahinhttp://www.blogger.com/profile/09728025496899422257noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3331143547493408201.post-74231027759414631292014-09-16T00:00:00.001+03:002014-09-16T00:00:14.445+03:00Yolun Sonundaki Okyanus - Neil Gaiman<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgl_Gh8hFd4MfnusiCdzMhpWu12ySaPMk-XoSXa51vrAMVVrK4-uh9Xor2jSwc5WXLLB3cE5W7d3hd_pDt9-75f61E4Y_f8pJBE8FiHuPtiT-LqGZT8kJho_dBdzBoBIEI36A-yIPwocRRX/s1600/yolun-sonundaki-okyanus-neil-gaiman.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgl_Gh8hFd4MfnusiCdzMhpWu12ySaPMk-XoSXa51vrAMVVrK4-uh9Xor2jSwc5WXLLB3cE5W7d3hd_pDt9-75f61E4Y_f8pJBE8FiHuPtiT-LqGZT8kJho_dBdzBoBIEI36A-yIPwocRRX/s1600/yolun-sonundaki-okyanus-neil-gaiman.jpg" height="240" width="320" /></a></div>
<br />
<br />
Neil Gaiman'ın en sevdiğim kitabı hakkında hazırlamış olduğum incelemeyi Kayıp Rıhtım üzerinden okumak isteyenleri <a href="http://www.kayiprihtim.org/portal/inceleme/yolun-sonundaki-okyanus-inceleme/" target="_blank">şuraya</a> alayım.<br />
<blockquote class="tr_bq">
<div class="MsoNormal">
"Çocukluk anıları bazen sonradan yaşananların altında kalıp silikleşir; yetişkinlerin dolabının dibinde unutulan oyuncaklar gibidirler ama asla sonsuza kadar kaybolmazlar."</div>
</blockquote>
<div class="MsoNormal">
<br />
Gaiman o güzel hayal dünyasında ürettiği masalları bizlere anlatmaya devam ediyor. Dilimize çevrilen son kitabı Yolun Sonundaki Okyanus ile Türk okurlar olarak bu şerefe bir kez daha nail olabiliyoruz. Çevirmene ve İthaki Yayınları'na teşekkür ederek kitap hakkında söylenmesi gerekenlere geçiyorum.<br />
<br />
<div class="MsoNormal">
Kitapta o kadar sıcak, o kadar samimi bir anlatım var ki,
bir çırpıda bitiyor zaten ve bitirdiğinizde neden bu kadar kısaydı diye
yakınmaktan kendinizi alamıyorsunuz. Okurken bu kitap Gaiman'ın olamayacak
kadar hüzünlü diyebiliyorsunuz. Ama hemen ardından da, bu cümleler Gaiman'dan
başkasına ait olamayacak kadar güzel diyorsunuz. Gaiman bu yahu. Sıra dışı bir
adam işte. Kabullenelim artık bu gerçeği.<br />
<br />
<blockquote class="tr_bq">
"Elle tutulur bir şeylerden korkuyorsanız, korkunuzun kaynağı görebildiğiniz bir şeyse, işiniz her şeye dönüşebilen yaratıklarla baş etmekten çok daha kolaydır."</blockquote>
</div>
</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Şöyle bir baktığımızda, kitapta yer alan her karakterin
korktuğu bir şeyler var. Korku unsuru gayet doğal ve sıradan bir şeymiş gibi
anlatılmış kitapta. Herkesin mutlaka korktuğu bir şeyler vardır sonucunu
çıkarmamız için çabalamış Gaiman. Böyle bir sonuç çıkaracağımızı öngördüğü için
de, bu savına ek olarak şunu söylüyor: "Korkularınızın üzerine
gidin!"</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bu, kitapta herhangi bir cümle içinde kullanılmıyor tabii ki.
Her okur, okuduğu şeyden farklı anlamlar çıkarmakta özgürdür, öyle değil mi?
Benim de bu kitaptan çıkardığım sonuçlardan biri de budur. Bazı şeylerden
korkabiliriz, evet, ama bu onları yenemeyeceğiz anlamına gelmez.</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Elbette okuduğumuz, izlediğimiz, yaşadığımız olaylardan bir
sonuç çıkarmak gibi zorunluluğumuz yok. Bu tamamıyla kişisel bir durum. Bazı
insanlar okur/izler/yaşar ve geçer ama bazıları düşünerek okur, anlayarak
izler, hissederek yaşar. Bunları yapabilen kişiler, daha sonra bir sonuç
çıkarırlar bu şeylerden. Düşünerek ve not alarak okumam sonucunda ben de
naçizane birkaç sonuç çıkarmış bulunuyorum.</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
İşte onlardan bir diğeri ise şudur: "Anılar yaşanmış ve
bitmiştir. O anlar asla geri gelmez. Sadece hatırlanırlar. Ve bu da kişiye acı verir."<br />
<br />
<blockquote class="tr_bq">
"Canlıların sorunu bu. Uzun süre dayanamıyorlar. Bir gün yavrular,
ertesi gün yaşlı. Sonra anılara karışıyorlar. Anılar silikleşiyor,
birbirine karışıyor ve kaybolup gidiyor..."</blockquote>
</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Anılar. Anılar hayatlarımızı şekillendirmeye yarayan en
önemli unsurlardan biridir. Anılar yaşanmıştır. Anılar gerçektir. Anılar
hayatımızın ta kendisidir. Geçmişte kalmış olmaları bir şeyi değiştirmez. Onlar
zihnimizdedirler. Hatırlamak istediğimizde bir düşünce bulutuna atlamak ve
onun, bizi geçmişe götürmesini istemek yeterli olacaktır. Yaşadığımız her şey
bir yerlerde saklıdır ve onları bulup çıkarmaksa bizim elimizdedir.</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
İşte bu kadar basittir geçmişin tozlu sayfalarında
hatırlanmayı bekleyen anıları bulup gün yüzüne çıkarmak. Asıl zor olan kısım
ise bundan sonra başlar.</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Anılar çok ağırdırlar. Onları tekrar hatırlama riskine
girmek, gerçekler altında ezilmeyi göze alabilmek demektir. İşte bunu her insan
yapamaz. Her ne kadar mutlu bir anı olsa dahi, onu hatırlamak canımızı
yakabilir. Kötü bir anının canımızı yakma katsayısından bahsetmiyorum bile.
Özetle; anılar iyidir, güzeldir, acıdır ve acıtır<span style="color: #333333;">.</span><br />
<br />
<span style="color: #333333;">Neden anılardan söz ettiğime gelecek olursak eğer. Neil Gaiman, Yolun Sonundaki Okyanus adlı bu kitabında, ana karakterimizi (onun bir adı yok, yani en azından kitapta yer almıyor, bu yüzden yazımın sonuna dek "karakter" olarak bahsetmem pek tabii mümkün) geçmişine doğru bir yolculuğa çıkarıp, yedi yaşındaki anına sürükleyip, anıları bir bir gün yüzüne çıkarıyor. Gaiman da bunu yaparken anıların acıttığının farkında. Bu doğrultuda yazılmış zaten kitap.</span><br />
<br />
<blockquote class="tr_bq">
<span style="color: #333333;">"Hiçbir şey aynı kalmaz. İster bir saniye olsun, ister
yüz yıl. Her şey devinir, dönüşür, değişir. İnsanlar da okyanuslar kadar
değişkendir."</span></blockquote>
<br />
<span style="color: #333333;">Karakterimizin sırlarla dolu geçmişine yelken açıp çocukluğunda takılı kalıyoruz. Annesinin cenazesi için memleketine dönen bir adam karşılıyor bizi kitabın henüz başında. Cenaze ortamından ve insanlardan sıkılınca soluğu çocukluğunun geçtiği yerde alıyor. Eskiden evlerinin olduğu kısma bakıp hüzünleniyor. Ardından yolun sonuna sürüyor arabasını, Hempstocklar'ın çiftliğine. Orada geçirdiği birkaç dakikanın ardından Lettie'nin ısrarla okyanus olduğunu iddia ettiği göle doğru yürüyor. Kırmızı kiremitli çiftlik evinin arkasındaki küçük (gölün) okyanusun kıyısında bulunan rengi atmış yeşil banka oturuyor. Başlıyor düşünmeye. Anılar yakasını bırakmıyor. Geçmiş, gözlerinin önünden bir sinema filmi gibi geçip gidiyor. </span><br />
<span style="color: #333333;"></span><br />
O küçük banka
oturuyor karakterimiz ve yedi yaşına gidiyor. Doğum gününe kimsenin gelmemiş olduğunu, Tüylü
adında bir kedisinin olduğunu ve sonra kedinin madende çalışan bir adam
tarafından arabayla ezilerek öldürülüşünü, onun yerine Canavar adındaki başka
bir kedi getirmesini öğreniyoruz. Ama yeni kediyi hiçbir zaman sevmez. Eskisini özler. O, çocukluk anılarını bir bir paylaşırken, bizi de zaman
zaman kendi dünyasına çekiyor.<br />
<br />
<blockquote class="tr_bq">
"Gerçeklik dediğim şey, içi korkunç kâbuslar ve felaketlerle dolu kasvetli bir doğum günü pastasının üstündeki ince krema tabakasıydı." </blockquote>
<br />
Kitabın geneline bakacak olursam, hüzünlü bir
anlatım olduğunu söyleyebilirim. Kasvetli bir hava hakim yani. O hava, daha ilk
sayfadan kendisini belli ederek, okura empoze ediliyor. Gaiman'ın bu kitabı, bu
yönüyle diğerlerinden ayrılarak kendine daha farklı bir kulvarda yer buluyor.<br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Hem zaten Gaiman bu kitap için şöyle diyor: "<i>Anansi
Çocukları'ndan sonra yazdığım ilk yetişkin kitabı.</i>" Charlie ve Örümcek'in
hikayesi bile "yetişkinlik" baz alındığında Yolun Sonundaki
Okyanus'tan bir basamak aşağıda kalır.</div>
<span style="background: white; color: #333333; mso-bidi-font-family: Tahoma;"></span><br />
<span style="background: white; color: #333333; mso-bidi-font-family: Tahoma;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
Uzunca bir hikaye aslında Yolun Sonundaki Okyanus, ama kısa
roman demek de pek tabii mümkün. Neil Gaiman'ın hedefi zaten kısa bir hikaye
yazmakmış sonra hızını alamamış ve bir novella yazdığını fark etmiş ama
durmamış, biraz daha yazmış ve sonra bu kısa roman ortaya çıkmış. Kitabın yazılış öyküsü
kısaca budur.</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Son sayfayı da okuyup kitabın kapağını kapattıktan sonra
hüzünlü bir gülümseyiş oluştu yüzümde. Buruk bir mutluluk. Sebebini tam olarak
bilmiyorum fakat bu olasılık dışı hikayeyi okurken hep gerçek olduğunu
düşlediğim için olabilir, yine de emin değilim.</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Biraz daha uzun olsaydı bu kısa romancık, hem karakterlerle
daha fazla vakit geçirmiş olurduk hem de onlar hakkında daha fazla bilgi edinebilirdik. Gaiman, hikayenin gizemli bir şekilde başlayıp, gizemli bir şekilde
devam edip, gizemli bir şekilde de bitmesini istemiş olacak ki, böyle karar
vermiş. Saygı duymak gerek. Bu kadarına da şükretmeli ve yetinmesini bilmeliyiz
aslında.<br />
<br />
Hemen araya şu bilgiyi de sıkıştırmak istiyorum: Yolun Sonundaki Okyanus'u birkaç yıl içerisinde Tom Hanks yönetmenliğinde beyazperdede izleyebileceğiz. Kişisel fikrim şöyle Tim Burtonvari kasvetli fakat kasvetli olduğu kadar da eğlenceli bir filmle karşı karşıya olabileceğimiz yönünde. İşin arkasında Tom Hanks gibi bir ustanın da oluşu, Gaiman okurlarını bir hayli heyecanlandırıyor elbette.<br />
<br />
<b>Son Söz:</b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bu kitabı Neil Gaiman tarzına aşina olmayanların beğenmeyebileceğini,
Gaiman okumaya kesinlikle bu kitaptan başlanılmaması gerektiğini, önceki kitaplarından (Mezarlık Kitabı ve
Yokyer gayet uygun) birini veya birkaçını okuduktan sonra Yolun Sonundaki
Okyanus'u okumaları gerektiğini hatırlatmakta yarar var.</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bilmiyorum, belki o anki ruh
halimle alakalıdır ama gerçekten çok etkilendim ben. Belki de anılarımın
ağırlığından ve onları taşıyamayacak konumda olmamdan kaynaklanıyordur.</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
Neil Gaiman güzeldir yahu.<br />
<br />
Okuyunuz.</div>
Bahri Doğukan Şahinhttp://www.blogger.com/profile/09728025496899422257noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3331143547493408201.post-43021784097206385622014-09-03T18:37:00.000+03:002014-10-25T19:38:53.257+03:00İnsancıklar - Fyodor Mihailoviç Dostoyevski<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhqDA1tUV9bBbZKwn7kIN5p-QxXutZV8oWvONEtphLEn5N5YLmLF3hDvqeU-T8k7zmCSu7RUKWoaS3V1X3YmM94A-wmt_3CQ_0mrMfWJyiwfZmh3wIL70N2WixENSjH9kcmyiFUpQ46KNGe/s1600/insanciklar-fyodor-mihaylovic-dostoyevski.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhqDA1tUV9bBbZKwn7kIN5p-QxXutZV8oWvONEtphLEn5N5YLmLF3hDvqeU-T8k7zmCSu7RUKWoaS3V1X3YmM94A-wmt_3CQ_0mrMfWJyiwfZmh3wIL70N2WixENSjH9kcmyiFUpQ46KNGe/s1600/insanciklar-fyodor-mihaylovic-dostoyevski.jpg" height="320" width="240" /></a></div>
<br />
<br />
Dostoyevski'den okuduğum ilk kitap değil bu. Yanılmıyorsam yedinci sınıfta iken Suç ve Ceza'yı okumuştum. O yıllarda, bir kitabın çevirisinin iyi mi kötü mü olduğuna karar verecek bir donanıma sahip değildim. Bu yüzden hangi yayıneviydi ve çevirmeni kimdi, hatırlamıyorum. İşbu sebeple Suç ve Ceza elbette ki tekrardan okunacak. Fakat şu anki konumuz Suç ve Ceza değil, Dostoyevski'nin ilk romanı: İnsancıklar.<br />
<br />
Geçtiğimiz günlerde Tutunamayanlar'ı okudum ve Oğuz Atay'a olan hayranlığımı birçok yerde dile getirdim. Oğuz Atay'ın da en sevdiği yazarın Dostoyevski olması sebebiyle, bu edebiyat profesörünün yazdığı her şeyi okumaya karar verdim. İşe en baştan başlayayım dedim ve Dostoyevski'nin yazmış olduğu ilk romanı İnsancıklar'ı aldım, okudum, beğendim, biraz da etkilendim.<br />
<br />
Dostoyevski okumaya kronolojik olarak devam edeceğim elbette, sıradaki kitap İkiz. Fakat şimdi biraz İnsancıklar'dan bahsetmem gerek.<br />
<br />
İnsancıklar, biraz farklı bir roman. Şöyle ki, kitap mektuplardan oluşuyor. İki kişinin birbirine yazdığı mektuplar. Bu mektuplar, Makar Alekseyeviç ve Varvara Alekseyevna'nın hayatlarını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.<br />
<br />
Birbirlerine tüm içtenlikleriyle yazdıkları bu mektuplar, okurda derin etkiler bırakmayı başarıyor. Roman, bir yandan 19.yüzyıl Rusya'sını resmededursun, diğer yandan da birbirlerine sıkıca bağlanmış olan bu iki insanın sonunun nereye varacağını merak ettiriyor. Dostoyevski'nin iki farklı insanın duygularını ustaca kağıda dökmüş olması, daha ilk kitabından bir kült olacağının habercisi adeta.<br />
<br />
İlginç bir finalle noktalanan İnsancıklar, en azından bende derin bir etki bırakmayı başardı. Çok sevdim kitabı ve inanıyorum ki Dostoyevski okumaya devam ettikçe bu adamı çok daha fazla sevecek ve her romanında etkilenmeye devam edeceğim.<br />
<br />
<blockquote class="tr_bq">
"Hatıralar mutlu olsun, kederli olsun, hep acı verir." -Varvara Alekseyevna.<br />
<br />
"Ölümün ne gün ne de saat bildiğini düşünmek çok hüzünlü... Hiç yoktan ölüveriyor insan." -Makar Alekseyeviç. </blockquote>
Bahri Doğukan Şahinhttp://www.blogger.com/profile/09728025496899422257noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3331143547493408201.post-68187835014357612702014-08-29T18:30:00.000+03:002014-08-29T18:41:32.910+03:00Roman Gibi - Daniel Pennac<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiF23KPeU3E57iixqC5DUDGzAqoFglD2VUiu3OpNHolgE3cqeokO7JOdK42QRtXZIaAXansaAHiQLYXnq9LzVArospTL4qw1sR8yt7sIJDQ43tUI2dMgGy9_Wz7RDvscYxJDYE1Q2Iw4U3K/s1600/roman+gibi-daniel-pennac.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiF23KPeU3E57iixqC5DUDGzAqoFglD2VUiu3OpNHolgE3cqeokO7JOdK42QRtXZIaAXansaAHiQLYXnq9LzVArospTL4qw1sR8yt7sIJDQ43tUI2dMgGy9_Wz7RDvscYxJDYE1Q2Iw4U3K/s1600/roman+gibi-daniel-pennac.jpg" height="320" width="240" /></a></div>
<br />
<div style="text-align: center;">
<i>Kitaplara ve Okumaya Dair</i><br />
<br />
<div style="text-align: left;">
<i><i>"Yalnız, biz "pedagoglar", aceleci tefecileriz. "Bilgi"yi alinde
tutan kişiler olarak, karşılık beklemeden vermeyiz. Geri ödenmesi
lazımdır. Hem de çabuk! Yoksa, kendi kendimizden şüpheleniriz."</i> </i><b>-Daniel Pennac.</b><i> </i></div>
</div>
<br />
Kapağında da yazdığı üzere, kitaplara ve okumaya dair romanımsı bir kitap. Roman değil, hikaye de değil, bilimsel de değil. Ne peki bu kitabın türü? Örnekler ve açıklamalarla dolu gayet güzel bir dille yazılmış keyifli bir okumalık. İnce fakat bir çırpıda bitirilebilecek bir kitap da değil. Not alınarak okunsa daha iyi olur düşüncesindeyim.<br />
<br />
Peki ne yapmış bu kitapta Daniel Pennac? Edebiyatın dev isimlerinden ve onların dev eserlerinden bahsetmiş satır aralarında. Bazılarında spoiler vermeyi de ihmal etmemiş tabii. Bu yüzden kendisine zaman zaman hayıflandım. Özellikle Tolstoy'un Savaş ve Barış'ından bahsederken bir anda sonunu söylemez mi, kaldım öyle birkaç dakika. Gerçi bu zamana kadar okumamış olmak da kendimi suçlu hissettirdi.<br />
<br />
Bu kitabın, okumam gereken kitaplarla ilgili bana bir klavuz oluşturduğunu fark etmemse çok zor olmadı. Yer alan bütün kitap ve yazar isimlerini not alarak kendime bir okuma planı hazırlayacağım.<br />
<br />
Günlük şu kadar okunursa haftalık ve aylık şu kadara tekabül eder gibisinden ince hesaplar da yapmış yazar ve "kitap okumaya zaman ayıramıyorum" diyenlerin aslında abarttıklarını, kitap okumanın çok basit olduğunu vurgulamış. Ve bence bu tip tespitlerinde son derece haklıydı.<br />
<br />
Son olarak "Kitap Okurunun Hakları"ndan bahsetmiş Pennac. On maddeye ayırmış ve bunları tek tek açıklamış. Yer yer komikti bu maddeler ama genel anlamda da mantıklıydı. Zaten kitaptaki her şey bir mantık çerçevesine oturtulmuş, bu yüzden yazdığı hiçbir şey abartı veyahut saçma değil.<br />
<br />
Çocukları kitap okumayan ebeynler, kitap okumaya zaman ayıramadığını söyleyenler, kitap okumayı seven kişiler, yani kısacası herkesin okuması gereken yararlı bir kitap Roman Gibi.<br />
<br />
Bu da kitabın son sayfasından bir alıntı:<br />
<br />
<blockquote class="tr_bq">
<i>"İnsan hayatta olduğu için ev yapar, ama ölümlü olduğunu bildiği için kitap yazar. Sürü halinde yaşadığı için topluluk içinde oturur, ama yalnız olduğunu bildiği için okur. Bu okuma ona, başka bir arkadaşın yerini almayan ama bir başka arkadaşlık tarafından da yeri doldurulamayacak bir yoldaşlık sağlar. Kaderi üzerine kesin bir açıklama getirmez, ama hayatla onun arasında sıkı bir suç ortaklığı örer. Hayatın trajik saçmalığını aydınlatırken, çelişkili yaşama mutluluğunu anlatan çok küçük ve gizli suç ortaklıklarıdır bunlar. Öyle ki, okuma gerekçelerimiz en az yaşama gerekçelerimiz kadar gariptirler. Ve hiç kimse bize bu yakınlığın hesabını soramaz."</i></blockquote>
Bahri Doğukan Şahinhttp://www.blogger.com/profile/09728025496899422257noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3331143547493408201.post-91298790890687881762014-08-29T02:54:00.001+03:002014-08-29T17:12:29.007+03:00Doktor Ox'un Deneyi - Jules Verne<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhA5mkylXhy5YJk97cmZUH1DoaOvenWOJcup9Z8_OQ3_gLhgaHOupNwvoLPodYA9jzZChzAkPMoU5-S5kR3bKnG-xGrppmhL4BZLf4u2wEr90xV9elQtzYGv9WYkIT_lrTIMTVeUqadPObO/s1600/doktor-oxun-deneyi-jules-verne.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhA5mkylXhy5YJk97cmZUH1DoaOvenWOJcup9Z8_OQ3_gLhgaHOupNwvoLPodYA9jzZChzAkPMoU5-S5kR3bKnG-xGrppmhL4BZLf4u2wEr90xV9elQtzYGv9WYkIT_lrTIMTVeUqadPObO/s1600/doktor-oxun-deneyi-jules-verne.jpg" height="320" width="240" /></a></div>
<br />
<blockquote class="tr_bq">
<div style="text-align: left;">
"Bütün kesinlemeler tatsız geri dönüşlere yol açar." <b>-Jules Verne</b></div>
</blockquote>
<br />
Jules Verne ustamızın en kısa romanlarından birisi Doktor Ox'un Deneyi. Rahatlıkla uzun bir öykü (novella) olarak değerlendirebiliriz. Bu kitap, İthaki Jules Verne Kitaplığı'nın ilk sırasında yer alıyor ve ben de tercihimi bundan yana kullandım.<br />
<br />
Tek oturuşta bitebilecek bir kitap fakat ben iki seansa yaydım. Yine Jules Verne'in o bilindik diliyle kurgulanan hikaye, ufak sırlarını finale dek koruyor. Fakat dikkatli bir okur olarak bu sırları erkenden keşfettiğim için kitabın sonunda herhangi bir sürpriz yaşamadım. Ama okuma zevkimi baltaladı mı? Asla. Hatta öykü bana kalırsa kısaydı ve yeterince detay yoktu. Bir bu kadar daha sayfa olsa idi ve kurgu genişleseydi çok daha güzel olabilirdi fakat yine de sevdim ben olayı ve olayın esprili bir dille okura aktarılmasını.<br />
<br />
Haritalarda dahi bulunmayan <span class="st">Quiquendone</span> adlı kentte yaşayan Flaman halkı çok ağırkanlı insanlardır. Kentin ileri gelenlerinden Belediye Başkanı Van Tricasse ve danışmanı Niklausse sık sık bir araya gelecek kentin sorunları hakkında konuşurlar ama bu görüşmelerde zaman o kadar yavaş akar ki, hiçbir soruna çözüm bulunamadan tekrar ayrılmış olurlar. Bu şekilde sürekli tekrarlanır bu olay ve kente hiçbir yenilik gelmez. Nişanlılık süresinin on yıl kalması ve ardından evliliğin gerçekleşmesi, yangının gerekli toplantılar yapılmadığı ve herhangi bir kararın çıkmadığı için yanmaya devam etmesi gibi olaylar da bu çok yavaş hareket eden insanların yaşantıları için verilebilecek örneklerden bazıları.<br />
<br />
Işıklandırmadan bile yoksun olan <span class="st">Quiquendone</span> şehrine bir gün Doktor Ox adlı bir bilimadamı ve asistanı Ygene gelirler. <span class="st">Quiquendone</span>lular'ın aksine bu iki adam oldukça enerjiktirler ve kentin bu sıra dışı haline bir anlam yüklemekte zorlanırlar. Doktor Ox, kentin aydınlatma işini üstlenir ve hiçbir ücret de talep etmez. Kentin ileri gelenleri böylesine olumlu bir gelişmeyi değerlendirerek bu projeyi Doktor Ox'a emanet ederler.<br />
<br />
Doktor Ox, oksijen ve hidrojen karışımı bir gaz olan oksihidrat kullanarak şehri aydınlatacaktır lakin planları sadece bundan ibaret değildir. Ox, Flamanlar üzerinde bir takım değişiklikler yapmayı amaçlamaktadır ve deneyini gerçekleştirmek için asistanı ile birlikte işe koyulurlar. Kısa sürede de işler çığrından çıkar.<br />
<br />
Daha fazla detaya girmeyeceğim çünkü roman oldukça kısa zaten, alıp bir çırpıda okuyabilirsiniz. Sıradaki Jules Verne kitabımı henüz belirlemedim fakat okuduğumda yine burada yorumlayacağım büyük ihtimalle.Bahri Doğukan Şahinhttp://www.blogger.com/profile/09728025496899422257noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3331143547493408201.post-39228352853645487462014-08-27T03:45:00.003+03:002014-08-28T17:04:08.879+03:00Emmy Ödülleri 66. Kez Sahiplerini BulduDün gece Los Angeles'taki Nokia Tiyatrosu'nda düzenlenen törenle birlikte Emmy Ödülleri 66. kez sahiplerini buldu. Törenin sunuculuğunu ise ünlü oyuncu Seth Meyers yaptı.<br />
<br />
Hiç kuşkusuz törene damga vuran olay Bryan Cranston'ın, Julia Louis Dreyfus'a tebrik öpücüğü oldu.<br />
<br />
Törende birbirinden ilginç anlar yaşandı ve özellikle bazı kategorilerde sürprizler gerçekleşti. Breaking Bad'in veda gecesi olması sebebiyle, ödüllerin büyük bir çoğunu kucaklamasını şahsen normal buluyorum. Emmy son kez saygı duruşunda bulundu böylece ve dizinin şanına yaraşır bir gece oldu. Bryan Cranston, Aaron Paul, Anna Gunn ödülü kucaklayan isimler oldu. Cranston sahneye çıkarken tüm salon ayakta alkışladı ve ödülü alırken utandığını, asıl hak edenin Matthew olduğunu söyledi. Bunun yanı sıra En İyi Senaryo Ödülü de IMDb'de 10 tam puan alan Ozymandias bölümüne gitti. Son olarak En İyi Drama Dizisi yine, yeniden Breaking Bad seçildi.<br />
<br />
Kişisel kanaatimce 2014'ün ve televizyon tarihinin en iyi dizilerinden biri olan True Detective, büyük ödüllerde kelimenin tam anlamıyla çuvalladı. Bunun da en büyük sebebi kesinlikle HBO'dur. Breaking Bad gibi bir gerçeği görmezden gelen HBO, True Detective'i mini dizi dalında değil de, Drama dalında aday gösterince, hüsrana uğramaları kaçınılmaz oldu. Breaking Bad'in enfes son sezonu ile True Detective'i bir tutmak saçmalığın daniskası olurdu ve oldu da. HBO çok büyük bir kumar oynadı ve kaybetti. Çok da yazık oldu. Matthew McConaughey ve Woody Harrelson gibi oyuncuların bu enfes dizi ile birer Emmy almaları şahane olurdu. Büyük bir şansı yitirmiş oldular böylelikle. Mini dizi dalında aday gösterilselerdi, işte o zaman hak ettikleri ödülleri alırlardı. Gecenin en büyük hayal kırıklığı idi bu bence. HBO hata yaptı.<br />
<br />
Peter Dinklage'in bu sezonki efsane performansı da bir ödülü hak ediyordu lakin o kategoride ipi göğüsleyen kişi Aaron Paul oldu. Dinklage ilerleyen yıllarda elbet alacaktır yine, buna eminim.<br />
<br />
Bu sezonun flaş dizilerinden Fargo ise geceden 2 ödülle ayrıldı ve bu sene True Detective'le birlikte en iyilerden biri olduğunu kanıtladı. Fakat Bily Bob Thornton ve Tom Hanks'in oğlu Colin Hanks'in de ödül almasını isterdim. Böyle muazzam performanslar ödülsüz kaldı.<br />
<br />
Sherlock ise toplamda 3 ödülün sahibi oldu. Benedict Cumberbatch ve Martin Freeman'ın birlikte ödül almaları güzel olsa da, ikisinin de törene gelmemiş olması üzücüydü.<br />
<br />
En sevindiğim ödüllerden birisi de hiç kuşkusuz American Horror Story'deki oyunculuğu ile Jessica Lange. Aslında her ne kadar "Asylum" sezonu ile ödülü hak etse de, Coven'daki performansı da küçümsenemeyecek kadar iddialıydı.<br />
<br />
House of Cards da gene eli boş dönenler arasındaydı. Kevin Spacey gibi bir adamın ödül alamıyor olması Amerika'daki oyunculuk sınırının ne kadar yükseklerde olduğunu gösterir kesinlikle.<br />
<br />
Komedi kategorisinde ise En İyi Dizi Ödülü Modern Family'e gitti. Jim Persons ise 7.kez aday olduğu Emmy'nin 4.kez sahibi oldu.<br />
<br />
Son olarak Hell on Wheels ve Hannibal gibi dizilerin yıllardır hakkının yendiğini belirtmek isterim. Sanırım Emmy jürisi bu iki diziyi izlemiyor. Bu durumun başka türlü bir açıklaması olamaz çünkü.<br />
<br />
<b>Ve işte kazananlar listesinin tümü:</b><br />
<br />
<b>Drama Dalında En İyi Dizi:</b> Breaking Bad<br />
<br />
<b>Drama Dalında En İyi Senaryo:</b> Moira Walley-Beckett, Breaking Bad<br />
<br />
<b>Drama Dalında En İyi Yönetmenlik:</b> Cary Fukunaga, True Detective<br />
<br />
<b>Drama Dalında En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu:</b> Aaron Paul, Breaking Bad<br />
<br />
<b>Drama Dalında En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu:</b> Anna Gunn, Breaking Bad<br />
<br />
<b>Drama Dalında En İyi Kadın Oyuncu:</b> Julianna Margulies, The Good Wife<br />
<br />
<b>Drama Dalında En İyi Erkek Oyuncu:</b> Bryan Cranston, Breaking Bad<br />
<br />
<b>Komedi Dalında En İyi Dizi:</b> Modern Family<br />
<br />
<b>Komedi Dalında En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu:</b> Ty Burrell, Modern Family<br />
<br />
<b>Komedi Dalında En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu:</b> Allison Janney, Mom<br />
<br />
<b>Komedi Dalında En İyi Senaryo:</b> Louis C.K., Louie<br />
<br />
<b>Komedi Dalında En İyi Yönetmenlik:</b> Gail Mancuso, Modern Family<br />
<br />
<b>Komedi Dalında En İyi Erkek Oyuncu:</b> Jim Parsons, The Big Bang Theory<br />
<br />
<b>Komedi Dalında En İyi Kadın Oyuncu:</b> Julia Louis-Dreyfus, Veep<br />
<br />
<b>En İyi Reality Şov/Yarışma Dalında:</b> The Amazing Race<br />
<br />
<b>En İyi Tv Filmi Dalında:</b> The Normal Heart<br />
<br />
<b>En İyi Mini Dizi Dalında:</b> Fargo<br />
<br />
<b>Mini Dizi Tv Filmi Dalında En İyi Senaryo:</b> Steven Moffat, Sherlock: His Last Vow<br />
<br />
<b>Mini Dizi Tv Filmi Dalında En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu:</b> Kathy Bates, American Horror Story: Coven<br />
<br />
<b>Mini Dizi Tv Filmi Dalında En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu:</b> Martin Freeman, Sherlock<br />
<br />
<b>Mini Dizi Tv Filmi Dalında En İyi Erkek Oyuncu:</b> Benedict Cumberbatch, Sherlock<br />
<br />
<b>Mini Dizi Tv Filmi Dalında En İyi Kadın Oyuncu:</b> Jessica Lange, American Horror Story CovenBahri Doğukan Şahinhttp://www.blogger.com/profile/09728025496899422257noreply@blogger.com0