22 Kasım 2014 Cumartesi

Büyücü - John Fowles



Büyücü, İngiliz romancı Fowles'un ilk romanı. Bir edebiyat şöleni. Başyapıt.

John Fowles oldukça ilgimi çeken bir yazardı. Hiçbir kitabını okumamış olmama rağmen, onu seviyordum. Mesela bu Oğuz Atay için de geçerliydi. Okuduktan sonra her ikisini de daha çok sevmeye başladım.

Kalınlığıyla ters orantılı bir şekilde, kısa sürede tükettim Büyücü'yü. Bunda bir değil birden fazla sebep vardı elbette. Duru ve akıcı bir dille yazılmış olması bu sebeplerden biri olabilir rahatlıkla fakat kesinlikle en önemli sebep bu değildi. Klasik tabirle, daha ilk satırlardan beni içine aldı kitap ve son sayfaya dek de bırakmadı. Bittiğindeyse uzun süre üzerinde düşündüm. Çünkü John Fowles kitabına mutlak bir son yazmamış, açık bir kapı bırakmış. Ve ben bu tip kitapları çok severim.

Baş karakterimiz Nicholas Urfe, yirmili yaşlarının ortalarında, kadınlar tarafından çekici bulunan ve çok da anormal özelliklere sahip olmayan bir İngiliz beyefendisidir. En başta onun hayatını okuyacağımız izlenimine kapılırız, bir süre bu doğrultuda da ilerler zaten kitap lakin arka kapakta da dediği üzere, Büyücü, bir muammanın romanıdır. Peki ne demek bu?

Fowles, onlarca değişik konuda, yüzlerce tespitte bulunuyor ve bunu öyle güzel yapıyor, satır aralarına öyle güzel serpiştiriyor ki, kalemine hayran kalmamak elde değil. Kitapların altlarını çizmeyen, not alan birisi olarak şunu söyleyebilirim ki, hiç bir kitapta bu kadar not almamıştım. Tam on sayfa. Kitabı okuduktan sonra bu notlarımı tekrar okudum ve bu eşsiz cümleleri sindirmeye çalıştım.

(Hafif spoiler.) 

Baş kişimiz Nicholas Urfe, Phraxos adlı bir Yunan adasında yer alan yatılı okula İngilizce öğretmeni olarak atanır. İşte olan biten her şey de bu gizemli adada yaşanır. Urfe, Alison'la ayrılıklarından sonra oldukça zor zamanlar geçirir ve bu kadınsız adada çıldırmak üzeredir. Aslında ada ortamı çok iyi olsa da, yalnızlık onu tüketmektedir. Öyle ki, intiharın eşiğine dahi gelir. İşte tam bu esnada Fowles'un yarattığı gizemli karakter Conchis devreye girer. Bourani'deki bir malikenin sahibi olan bu zengin ve yaşlı adam, Urfe'un hayatını kökten değiştirecektir.

Nicholas Urfe, Maurice Conchis ile tanıştıktan sonra sık sık onu ziyaret eder. Daha doğrusu Conchis, ona bir sonraki hafta da gelmesini söyleyerek davet eder ve Urfe da Bourani ziyaretlerinin her birinde çok ilginç şeyler öğrenir. Daha ilk görüşte Conchis'in normal bir insan olmadığını anlayan Urfe, onun hayat hikayesini dinler ve ona saygı duymaya başlar. Conchis'in anlattığı her şeye inanan Urfe, bir süre sonra bazı tutarsızlıklar keşfedecektir. Conchis'e ek olarak yeni gizemli karakterler katılır kurguya ve tıpkı Urfe gibi okur da tokat üstüne tokat yer.

Bir süre sonra anlatılanları sorgulamaya başlayan Urfe, kendisinin seçilmiş kişi olduğunu ve burada kendisine karşı bir oyun sahnelendiğini anlar. Yani Fowles'un kitabına ilk başta koymayı düşündüğü isim: Tanrı Oyunu.

(Hafif spoiler sonu.)

John Fowles tıpkı yarattığı karakter Nicholas Urfe gibi bizi de her sayfada ters köşeye yatırmaya devam ederek finale kadar getiriyor. Zaman zaman elimizden tutup kaldıran yazarın tek bir amacı var: bir tokat daha atıp yeniden yere sermek. Kısaca baş döndürücü bir roman Büyücü!

Nicholas Urfe, Maurice Conchis, Alison Kely, Julie, June, Joe ve diğerleri... Bir romandan daha fazlası Büyücü. Beni en çok etkileyen kitaplardan biri oldu ve John Fowles da en sevdiğim yazarlar arasına girdi şimdiden. Çok, çok üzüldüm bittiğine ama kesinlikle tekrar okuyacağım. Kütüphanemin en değerli köşesinde yerini aldı bile çoktan. Herkese öneririm.

Kedi ile Şeytan - James Joyce



Dünya edebiyatına eserleriyle yön veren isimlerden biri olan James Joyce'un 1936'nın Ağustos'unda, Fransa'da torunu için yazmış olduğu bir öykü "Kedi ile Şeytan". Aslında torununa yazdığı bir mektuba ek olarak bu öyküyü de gönderiyor. Bu sebeple yazılmış olan bu mini öykü, günümüz dünyasında tüm çocuklara ufak bir armağan niteliği taşıyor.

Fransa'da ufak bir kasaba olan Beaugency, Loire nehrinin kıyısına paralel olarak uzanmaktadır. Orada yaşayan insanlar, bir köprüleri olmadığı için karşı kıyıya teknelerle geçmektedirler. Bunun farkına varan Şeytan, Beaugency Belediye Başkanı ile bir anlaşma yapacaktır...

İllüstratör Gerald Rose, Şeytan'ı James Joyce olarak resmetmiş.

Bir bardak çay eşliğinde okunacak oldukça hoş bir öykü idi. Ufak bir not: Çayınız bitmeden öykü bitiveriyor.

James Joyce'un devasa Ulysses'i ise kitaplığımda onu okumaya başlayacağım günü bekliyor...

Benim Hüzünlü Orospularım - Gabriel Garcia Marquez



Yüzyıllık Yalnızlık öncesi, Marquez'in ince romanlarından birini daha okumuş oldum. Bu kitabı, Kırmızı Pazartesi'den biraz daha fazla sevdiğimi söyleyebilirim.

Benim Hüzünlü Orospularım, 90 yaşındaki bir gazetecinin yaşamına odaklanıyor. Bu yaşına dek her daim günlük zevklere düşkün olan ve sayısız kadınla birlikte olan bu adam, 90. yaş günü arifesinde, kendisine el değmemiş, gencecik bakire bir kızla birlikte olma ödülü vermeyi düşünüyor. Bunun için eski dostu, genelev sahibi Rosa Cabarcas'ı arıyor ve kriterlerine uygun bir kadın ayarlamasını salık veriyor.

Genç kız ayarlanıyor, ne var ki işte tam bu noktada bizim koca ihtiyarın aşık olacağı tutuyor. Birçok kez sevişme niyetiyle aynı yatağa giriyorlar fakat her seferinde uyuyan güzel Delgadina'yı seyretmekle veyahut sabaha kadar karış karış öpmekle yetiniyor. Hayatının sonbaharında aşkı tadan yazarın dokunaklı öyküsü...

Gabriel Garcia Marquez, yaşlılığın hüznünü, aşkın coşkusuna dönüştürmüş o sihirli kalemiyle. Kolay okunan, akıcı bir kitap, tek oturuşta bitirilecek cinsten.

Çocuklarla Beraber - Fyodor Mihayloviç Dostoyevski


"Bazı insanlar vardır, karşılarındaki insanın yüzüne doğruyu söyleme cesaretlerinden yoksundur, işi şaklabanlığa vurarak duygularını açıklamaya çalışır. Bu tavır bazen çok acı, çok yürek parçalayıcı olur." -Alyoşa Karamazov.
Arka kapakta da yazdığı üzere, bu kitap, büyük usta Dostoyevski'nin başyapıtlarından biri olan Karamazov Kardeşler'deki Alyoşa karakteri baz alınarak, başkaları tarafından uyarlanmış bir öykü. Karamazov Kardeşler'i henüz okumadığım için açıkçası olaya pek hakim değilim. fakat iyi bir öykü olduğunu söyleyebilirim.

Her ne kadar amaç Dostoyevski'yi çocuklara tanıtmak ve sevdirmek olsa da, öykünün biraz ağır olduğunu ve bazı kısımların çocuklara karşı kötü örnek olabileceğini düşünüyorum.

Tadımlık niyetine okunabilir.

Tatsız Bir Olay - Fyodor Mihayloviç Dostoyevski


"Üstelik bana göre, her şeyden önce başkalarına karşı iyi olmamız gerekiyor, hatta astlarımıza karşı bile... Onların da insan olduklarını unutmamalıyız. İyilik her şeyi kurtarır, her şeyi düzeltir." -İvan İlyiç.
Yine uzun bir Dostoyevski öyküsü. Veya Can Yayınları'ndan çıkan baskıyı göz önünde bulundurursak eğer, kısa bir roman.

Dostoyevski'nin ilk dönem eserlerinde sıklıkla yer aldığımız Petersburg'dayız gene. Üç general -ve aynı zamanda yakın arkadaş- şampanyalarını içip sohbet etmektedirler. Konu dönüp dolaşıp insan ilişkilerine geldiğinde, İvan İlyiç söz alarak, aşağı dereceden memurlara iyi davranılması gerektiğini söyler. Diğer iki general ise bu hümanist düşünceyi komik bulurlar.

İvan İlyiç, arkadaşlarının tepkisine dayanamaz ve iddiasını kanıtlamak için harekete geçer. Hemen o gece bir memurun düğününe katılır ve içkinin de etkisiyle olaylar kontrolden çıkar.

Alt metninde bir sistem eleştirisi yatan bu öykü, oldukça trajikomik. Okunmalı.

Amcanın Düşü - Fyodor Mihayloviç Dostoyevski



Daha evvel ülkemizde başka yayınevlerince "Amcanın Rüyası" olarak da yayınlanan bir Dostoyevski novellası. Ben Can Yayınları'ndan çıkan Nihal Yalaza Taluy çevirisini okudum.

Amcanın Düşü, geneli itibarıyla komik bir öykü. Dostoyevski gerek diyalogları gerekse de kurgusu ile zaman zaman okurunu gülümsetmeyi başarıyor. Peki Amcanın Düşü tam olarak neyi anlatıyor?

Kızı Zina'yı yaşlı ve bunak bir prensle evlendirmeyi düşünen Marya Aleksandrovna Moskaleva'nın sinsi ve korkunç planlarını okuyoruz. İnanılmaz ikna kabiliyeti ile kızını bu iğrenç olaya nasıl ikna ettiğine şahit oluyoruz. Kısa bir süre sonra prensin öleceğini söyleyen Aleksandrovna, bu işin altından kolayca kalkabileceğini düşünür fakat aksilikler peşini bırakmayacaktır. Kitabın son bölümü ise şaşırtıcı bir şekilde sarsıcıydı.

Alıntılar:
"Her şey ölür Zinacığım, her şey, anılar bile... O yüce duygularımız da... Yerine ağırbaşlılık gelir. Niye yakınalım."
"Anne," dedi Zina, "yalana ne gerek var?" Ne diye bir de bununla kendimizi lekeleyelim? Her şey o derece kirli ki, bu çamuru örtmek için küçülmeye değmez."

21 Kasım 2014 Cuma

Beyaz Geceler - Fyodor Mihayloviç Dostoyevski



Dostoyevski okumaya devam...

Sabri Gürses'in çevirilerini çok beğendiğim için Beyaz Geceler'i de Can Yayınları'ndan okumak istemiştim. Beyaz Geceler'in orada, burada, şurada diğer baskılarına denk geldim ve karşılaştırma fırsatı buldum; çevirileri berbattı. Gürses ziyadesiyle memnun etti beni, sizlere de öneririm.

Beyaz Geceler bir kısa roman veya uzun bir öykü. Ya da tam olarak şu: bir novella. Dostoyevski'nin ilk eserlerinden biri bu da. Kısa ama etkileyici. Öyle ki, İnsancıklar ve İkiz'den daha çok etkilendiğimi söyleyebilirim rahatlıkla. Hatta favori kitaplarımdan biri olmasına ramak kalmışı, yine de 10 tam puan verdim kendisine. Ve bu incecik eserden tam üç sayfa not çıkardım.

(Hafif spoiler.)

Bir aşk üçgenini anlatıyor diyebilirim kısaca. Anlatıcımız bir hayalperest ve Petersburg'un "beyaz geceler"inde şehirde dolaşan yalnız bir adam. Ömrü boyunca "biri"ni arayan ve onun hayaliyle yaşayan biri. Nastenka adlı kadın, işte tam olarak bu aranan kişidir.

Bir köprüde olur tanışmaları ve yalnızca dört gece sürer. Çünkü Nastenka klasik kadın içgüdüleriyle hareket eder ve O'na birazcık acımasızca davranır. Anlatıcımızsa geçip giden bu trenin ardından eski, monoton, yalnız hayatına geri döner.

İnsan ruhunu çok iyi anlatmış Dostoyevski, yine müthiş tespitler yapmış insana dair. Okunmalı. Bu hüzünlü hikaye mutlaka okunmalı.

Alıntılar:
"Böyle bir göğün altında huysuz ve kaprisli insanlar yaşıyor olabilir mi gerçekten?"
"Mutsuzken, başkalarının mutsuzluğunu daha güçlü hissederiz; duygu parçalanmaz, yoğunlaşır..."

Yufka Yürek - Fyodor Mihayloviç Dostoyevski



Dostoyevski'nin kısa öykülerinin derlendiği bir kitap bu. İçerisinde sekiz adet öykü bulunmakta. Kitabın en uzun öyküsü olan Ev Sahibesi en sevdiğim öykü oldu aynı zamanda.

Öyküler hakkında kısa kısa notlar almıştım okurken fakat biraz önce baktığımda yetersiz olduklarını gördüm ve paylaşmamaya karar verdim. Genel bir yorum yapacak olursam eğer, çeşitli duyguları bir arada yaşadığımız öyküler bir arada. Birçoğunun ortak noktası, zamanın Rusya'sında bir hayli fazla kişinin kiracı kimliğinde bulunması ve her ay para ödeyerek belli bir metrekare içerisinde barınmasından ileri geliyor.

Dostoyevski'nin sürgün öncesinde kaleme aldığı öyküleri okuyarak günümüzün bu en değerli yazarlarından birinin öykü sanatında da ne kadar başarılı olduğunu gözlemlemek iyi olacaktır.

İkiz - Fyodor Mihailoviç Dostoyevski


"İşte baylar, benim ilkem: Başaramazsam güçlenirim, başarırsam tutunurum ve hiçbir koşulda sinsilik yapmam. Entrikacı değilim ve bununla gurur duyuyorum." Bay Golyadkin.
Dostoyevski'nin ikinci romanı "İkiz". Yani henüz gençlik eserlerinden. Bu romanı yazdığında henüz kendi ülkesinde bile bir üne kavuşmuş değildi. Türkiye'de daha önce "Öteki" ve "Öteki Ben" adlarıyla yayınlanan eser, Can Yayınları tarafından "İkiz" adıyla çevrilmiş. Sabri Gürses'in çevirilerini beğenen biri olaraktan, ben de bu versiyonunu okumayı tercih ettim.

Uzunca bir önsöz yazmış Sabri Gürses ve neden bu isimle çevirdiğini açıklamaya çalışmış. Şahsen ben haklı buldum. Fakat bu versiyondan okumak isteyen kişilere kitabı bitirdikten sonra önsözü okumalarını salık veririm. Ben de öyle yaptım. Çünkü önsözde epey bir spoiler bulunmakta.

Kitap hakkındaki yorumlarıma gelecek olursam eğer. (Hafif spoiler.)

Kısaca, başarılı bir Dostoyevski romanı olduğunu söyleyebilirim fakat peşinen de eklerim: okumayı becerebilenler için. Peki bu ne demek tam olarak? Akıcı ve sürükleyici bir yanı yok bence fakat şizofrenik bir birey olan Bay Golyadkin'in bölünmüş kişiliğini ustaca anlatmış Dostoyevski. Özellikle karakterler arası diyaloglarda bunu gözlemek mümkün.

Bir gün dışarıda "ikiz"ine rastlayan Bay Golyadkin, kendisinin yerine geçip, hayatını ve iş düzenini mahveden bu ikinci kişiliğine karşı bir savaş verecektir öykünün sonuna dek. Bay Küçük Golyadkin ve Bay Büyük Golyadkin merkezli bu roman, 1840'lı yıllarda geçiyor.

Dostoyevski'nin bir insanın iç dünyasını anlatmakta ne kadar başarılı olduğunu görmek için okunmalı.